MAİL: Oyuncueposta@gmail.com - FACEBOOK: 724 Oyuncu - TWİTTER: Yokuz anam. Harikalar Tic. teması. Blogger tarafından desteklenmektedir.

8 Temmuz 2012 Pazar

FİLMİN SONU MU, KISA BİR ARA MI, YOKSA BİR DEĞİŞİM Mİ KAPIDA?

Artık eskisi gibi büyük bir gazla yazmadığımı farkettiniz sanırım. Bu blog aracılığıyla tanıştığım, bazen oyunlar, bazen hayat hakkında geyik çevirdiğimiz dostlar "Boşladın iyice buraları" tadına sitemlere başladı bile. Aslında durum bildiğiniz gibi değil..

 Yazmama meselesi, basit bir "Heyecanla Bloga başlayıp sonra sıkılmaca" durumundan farklı. Hayatta  bir sürü şeye başladım ben, ve hepsini yarım bıraktım. Bu blogu açarken kendime şunu söylemiştim, "Başladığım o kadar işin arasından herhangi birine devam etseydim, bugün her şey çok farklı olabilirdi." O yüzden bu Bloga ne olursa olsun devam etmekti amaç. Zaten Teoman'ın şarkısındaki "Sonbaharda boş bir yüzme havuzu" gibi, "terkedilmiş bloglar" beni fena halde uyuzlandıran mekanlardır. "Blog çöplüğü"ne dönmüş bir İnternette payım olsun istemem..

7/24 yetim doğmuş bir çocuktur aslında. Bu fikir ilk akıllara düştüğünde, yedi kişilik bir kadroyduk biz. Site açacaktık aslında. Ama içimden bir ses "Siteden önce bi Blog dene, ekibi iş üzerinde bi gör, kendin de yazmaya alış, belki görüp sonradan katılanlar da olur, site için temelleri daha sağlam atarsın" dedi. Sonuç, o yedi kişinin altısı yok oldu (istisnalara değineceğim, hak yiyen bok yer) 7/24 öksüz doğdu, ve bir şekilde hayatta kaldı.

Bu arada söylediğim orjinal kadroya dahil olan iki kişiye teşekkür etmeden olmaz,

Deniz Hoyman: İşi başından aşkın bir adamdır Deniz. Saatlerce oyunlar hakkında geyik yaparız. Yazmaya gelince hayat bırakmaz, başına oturacak vakit bulamaz. Az yazdı. Ama her zaman iyi yazdı. Teşekkürler..

Can Oral: Yedi parçaya bölünmüş bir adamdır Can. Dünyada bu adam kadar fazla farklı hobisi olan adam yoktur, kalıbımı basarım. Yazmaya gelince hep çekerler bir yerinden, beş dakika oturtmazlar klavyenin başına. Az yazdı. Ama her zaman iyi yazdı. Teşekkürler..

Gelelim sadede..

Bir hafta önce bir mail aldım. Yeni bir oluşum,  henüz kurulma aşamasında bir oyun inceleme sitesi. Oradan birlikte çalışma teklifi aldım. Oturduk konuştuk. Düşündüklerini hayata geçirebilecekler mi? Kafalar uyacak mı? Sözler tutulacak mı? Bir sürü bilinmeyen var. Fakat bu projeye bir şans vermek istiyorum. Her gün konuşuyoruz. Birşeyler yapılıyor. Bazı şeyler kesinleştikten sonra, orada çalışmaya başlayınca adını söylerim zaten.

Peki başlıkta yazdığım gibi 7/24 ne olacak?

Herşey iyi olur, yeni sitede ekibe dahil olursam büyük ihtimal 7/24 için filmin sonu olacak.

Bu iş bir şekilde olmazsa, yada ben içinde olmazsam, kısa bir aradan sonra hiçbir şey olmamış gibi buraya geri dönebilirim.

Veya ben gidersem birileri buraya sahip çıkmak ister mi ? Başka yazarlar mı 7/24 ü devralır? İnanın şu an hiç bir fikrim yok.

Sonuçtan sizi haberdar ederim.. Bu hayatta hepimiz için iyi olacak olan neyse, o olsun..

27 Haziran 2012 Çarşamba

L.A. NOİRE: COMPLETE EDİTİON İNCELEME





Rockstar Games, bu güne kadar yaptığı başarılı işleri ile kalbimde yer etmiş bir firmadır. GTA serileri ile modern oyun dünyasına “Sandbox” ya da “Free Roam” diye adlandırabileceğimiz serbest dolaşma modunu soktular. Ama bence başarılarının essas anahtarı yenilikçilikten öte, her zaman iyi kotardıkları “Atmosfer” olmuştur. GTA lar buna dev bir örnek. Bully buna mükemmel bir örnek. Red Dead de bu Rockstarın iyi atmosfer yaratması kuralına uygun, başarılı bir örnek. Peki L.ANoire? Tabi ki öyle. Oyunda resmen monitörünüzden odaya atmosfer akıyor.


Başkanım bizimle emniyete kadar geliyosunuz.

Rockstar ile muhabbete giriş yapıp, sözü L.A Noire'a bağlamaya çalışıyorsak, sanırım ilk söylenmesi gereken şey oyunun diğer Rockstar oyunlarının aksine, serbest-dolaşım değil, hikaye bazlı bir oyun olduğu. Evet alıştığımız GTA motoru ile araba sürüyoruz, ateş ediyoruz, vs. Ve bu yüzden oyuna uzaktan bakanlar ekranda bir başka GTA oyunu görüyor. Ama bu oyunda mevzu biraz farklı. GTA ile L.A Noire ı kıyaslıyorsak, Şunu rahatlıkla söyleyebilirimki , L.A Noire'da aksiyon öğeleri ve dozajı, GTA lara oranla gerrçekten çok az. Oyun, oyun olmaktansa film olmak istiyormuş gibi bir hava var.


Şu "tarlalar" konuşmasında kastettiğiniz nedir acaba? Bi de inşaattaki "Brezilyalı, eldiven giyen 1 numaralı işçi" kim? Bi de Aleks seneye kalır mı nolur? 


Ben oyunun PC portunu oynadım. Önce şunu söyleyeyim. Eşşekler gibi sistem istiyor be dostlar. Öyle gönül rahatlığıyla her detayı maksimum açıp göz ziyafeti çekmek sizi biraz zorlayacak. Akıcı bir frame rate için, benim diyen makinelerde bile detaylardan ve grafik kalitesinden fedakarlık edeceksiniz.

Oyuna dönüyorum. 1950lerin Los Angeles'ı. Kahramanımız Cole Phelps sıradan bir polis memuruyken, sizin de yardımlarınızla detektifliğe yol alacak. Sistem şöyle işliyor, olay yerine gel. Diğer polislerle konuşup ne olduğunu öğren. Delil topla, incele, tanık ve şüphelileri sorgula, olayı kapat. Bu sırada bağlantılı olaylarla ilgili ana hikayeler arka planda ilerlesin. Senaryo ilerledikçe bizi sarıp içine çeksin..


Ya bugün tahliye yok arkadaşım, boşaltın şu adliyenin önünü


Oyunun yenilikçi boyutu kendini sorgulamalar sırasında gösteriyor. Soracağımız soruları seçiyoruz ve karşımızdaki şahsin cevaplarının doğru mu yoksa yalan mı olduğunu sezmeye çalışıyoruz. Diyelim yalan konuşuyor, varsa kanıtınız atıyorsunuz masaya. ” tarlaları tapeleri anlat bakalım” diyorsunuz. Kanıt yoksa “masumiyet karinesi var” diyorlar size..Sonuçta bir şekilde çözüyorsunuz ama. Otopsiden bir şeyler çıkıyor falan.. Farklı oyuncuların farklı çözüm yolları olabiliyor.

"Bu cemaatin bir komplosudur sayın savcım" "Hmm tamam serbestsin"



Teknik detaylara gelirsek, Grafikler öyle “devrimsel” değil. Hatta son teknoloji standartlarının hafif altı bile denilebilir. Tabi bizi esas ilgilendiren sorgulama sırasındaki mimikler olacah, şükür orada bir sorun yok. Ben gayet başarılı buldum. Şehrin haritası gayet büyük ve detaylı, kaplama ve modellemeler iyi denebilecek düzeyde.


Şike davasındaki üstün gayretlerinden dolayı sana haritada yer arıyoz koç..


Oyun için son söz olarak, kesilikle denemeniz gereken bir tecrübe diyorum. Delil toplamak, ifade almak, hep zevkli mevzular bunlar..

11 Haziran 2012 Pazartesi

EN İYİ FLASH OYUNLAR - SANDS OF THE COLİSEUM




Roma arenaları sizi bekliyor, kılıcınızı ve miğferinizi kapma vakti..





Sands of the Coliseum'da Roma şehirlerini arena arena gezecek, hepsinde kan dökecek ve gerçek şampiyon olacaksınız. Yüzlerce silah ve zırh seçimi, köle satın alıp eğitme, takım dövüşleri, farklı dövüş teknikleri ve yetenekler..



Hepsi bu oyunda kanlı grafikler ve gaza getiren müzikler eşliğinde sizi bekliyor.





Oyunu BURADAN oynayabilirsiniz.. Girdiğiniz anda bağlanacaksınız.

7 Haziran 2012 Perşembe

MAX PAYNE 3 İNCELEME






Rockstar yine yapmış yapacağını. Mart ayında oynadığım Mass Effect 3'ten sonra keyif aldığım ilk oyun MP3 oldu. Aksiyon isteyen oyunculara ilacını vermişler. Ve bunu en iyi becerdikleri iş olan “hikaye anlatımı” ile birleştirmişler. Sonuç gayet iyi. Ufak hatalar var, ama evet sonuç iyi.


Max kendine hayırlı bir izdivaç ararken

Rockstar, Max Payne mirasını Remedy'den devralırken, Max'in hayatında yeni bir dönem diyordu. Gerçekten öyle olmuş. Bildiğinizgibi ilk oyunlarda karısını ve çocuğunu kaybeden eski polisimiz, hafiften balataları yakmış, saf bir intikam hırsıyla ayakta duruyordu. İntikamını da aldktan sonra adamımız için bir yaşama sevinci kalmamış, içiyor içiyor içiyor, haplanıyor, içiyor, kusuyor, içiyor, haplanıyor..

Derken olaylar gelişir. Polis akademisinden eski bir tanıdığı Max'e “güney amerika ülkelerinde güzel para var hacı, gel sende iki takıl, ortama bi bak” diyor. Bizimki “la bırak içiyom ben, geldin şu güzel ortamı bozdun” diyerek ilgilenmese de hayat Max'i Brezilya'da zengin bir aileye özel korumalık yapar pozisyona sokuyor.


Max sabah kalkmış açma germe hareketleri yaparken

Max Payne 3 ün sitesinde, Rockstar'ın oyun için Brezilya'da yaptığı araştırmaları görebilirsiniz. Rio'nun yüksek sosyete hayatı nasıl insanlardan oluşur, bunlar nerelerde oturuyor, nerelerde yiyip içip eğleniyor, nasıl bir hayat tarzı yaşıyorlar, rockstar hepsini araştırmış. Yetmemiş, Call of Duty oyunlarında da karşılaştığımız o meşhur Fevella çeteleri nasıl adamlardır, kullandıkları silahlar nelerdir, bunlara dalmış. Yetmemiş, Brezilya'da özel güvenlik sektöründe işler nasıl yürür demişler, ona da bakmışlar. Bu kadar araştırmadan çıkan sonuç nedir derseniz, dünyanın her yerinde jet-set ortamlar olsun, yeraltı dünyası olsun aynıymış be dostlar. Ama bu araştırmalar hikaye bazında oyuna kesinlikle birşeyler katmış.


Max aile kabristanını ziyaret ederken

Bu kadar derinlik ve gerçeklik peşinde koşan oyun, oynamaya başladığımızda “gerçeklik falan bi yere kadar” diyerek, saf aksiyon bombası olmaya soyunuyor. Evet Max yaşlanmış, kartlaşmış, inceden göbeklenmiş ama maşallah gençliğinde yapamadığı işlere parmak atıyor. Helikopterlerden tek elle sarkıp baş aşağı ateş etmeler. Suratına gelen roketleri vurup patlatmalar. Çatılardan aşağı kayarken gez-göz-arpacık hizalamalar, Benim gibi oyunlarda gerçeklik arayan oyunculara çoğu zaman “Ya bu kadar yapmayın artık” dedirtiyor, ama oyunu da öyle böyle oynatıyor işte..



Max toplu taşıma araçlarında bayanlara  yer verirken

Her zamanki gibi Rockstar'ın ve Max Payne oyunlarının güçlü noktası hikaye anlatımı. Oyunda periyodik olarak 5 dakika çatışıyoruz ki sonunda Max'ın ağzından çıkacak iki altın kelamı duyabilelim. İşte birkaç örnek..

“Bağdat'a tanga giydir, olsun sana Sao Paolo!”
“Bokun üstünde üç beş sinek varsa bok da popüler adamdır.”
“Üç saattir bi barda içiyorum. Ya da beş yıldır. Nasıl bakarsan artık..”
“Bu şerefsizler beni öldürmek için sıraya girerken, ben de suratımda skim bi sırıtma takayım”

Yine atmosferde gerçekçilik açısından başarılı bir detay Brezilya'da İngilizce konuşulmaması. Oyunda da bizimle konuşmayan kişiler kendi aralarında ana dillerinde muhabbet ediyor. Max ve biz trene bakar gibi bakıyoruz.

Max yıllık iznini Yeni Foça'da geçirirken

Oyunda beni rahatsız eden, eksi puan olarak nitelendirebileceğim birkaç detay, akın akın gelen ve bitmeyen düşman dalgaları, bullet time modunda sağa sola merdivene duvara denk gelince Max'in aldığı abuk subuk şekiller, Kill-Cam'in bir garip, kafasına göre çalışması, headshotları pas geçip mideye giren mermiyi uzun uzun izlemesi, düşmanların bizi arkadayken ve ses çıkarmamışken fark edebilmesi gibi detaylar.

Bunların dışında Max Payne'in özüne sadık kalınan bir oyun olmuş. Health Regeneration yine yok, sağlığımızı düzeltmek için painkiller arıyoruz, fakat bunlar artık öyle yerde merde değil, ilkyardım odaları ya da dolapları gibi daha mantıklı, daha olması gereken konumlarda bulunuyor. Üzerimizde elli çeşit silah taşıyıp fıttır fıttır değiştirmiyoruz, mesela bir tüfek iki tabanca varsa Max bir elde tabancayla ateş edip diğer elinde tüfeği taşıyor, çift tabancaya geçerken tüfeği atıyoruz.


Max dünyasını renklendirirken

Sözün özü, bu aralar benim gibi aksiyon damarınız kabardıysa alın oynayın. Rockstar sizin için çok iyi tasarlanmış mekanlarda geçen, eğlencelik bir oyun yapmış.

30 Mayıs 2012 Çarşamba

DİABLO 3 İNCELEME



Diablo oyunu incelemek benim için bıçak sırtı bir konu. Zamanında ilk oyunu oynadım. İki saatte sıkıldım ve bir daha dönüp suratına bakmadım. Ara ara milletin geyikleriyle gaza gelip tekrar kurdum ama oyunlar 10 dakikadan öteye gitmedi. Yıllar sonra ikinci oyunu da oynadım. Bir iki gün baktım. Tabi ki sıkıldım. Ama o zamanlar kız arkadaşım bir Diablo 2 fanatiğiydi ve beni günler geceler boyunca zorla, kendi sorceress'ının yanında kel barbarım ile zindan zindan koşturdu. Tabi ki hayattan nefret ettim ve kızdan da ayrıldım. Hack&Slash oyunlara bir türlü ısınamıyorum. Bana hep “Daha çok yaratık kesmeliyim ki daha çok level atlayayım ki daha çok item toplayayım ve sonuçta daha çok yaratık keseyim.” mantığı, fena halde saplantılı bir zihnin ürünü gibi gelir.

Şimdi önümde Diablo 3 var. Oyun hakkında birşeyler yazmak için en yanlış adam gibi görünüyorum. Ama yazmam lazım. Oyuna sıradan bir oyun gibi bakmaya karar verdim. Ne medya “Hype”ının gazına gelicem. Ne de sarmıyor diye oyunu boklayacam. Ne görüyorsam onu yazıcam.




GRAFİK VE ATMOSFER

Şunlar şunlar iyi veya bunlar bunlar kötü demeden önce oyundan ne istediğimize bir karar verelim. İlk diablo, grafik olarak sınırlı, ama atmosfer olarak başarılıydı. Karanlık yüzünden, yarı yarıya seçilebilir zindanlarda ilerlerken, çoğu zaman karşımıza çıkan yaratıkları belli belirsiz silüetler olarak seçebiliyorduk. Ekranda siyah, grinin tonları ve arada sırada kırmızı dışında renk göremiyorduk. İkinci oyunda, grafikleri doğal olarak elden geçirdiler. Çünkü artık Diablo 1 grafikleri fena halde yetersiz gözükecekti. Ama sırf yeni teknolojiye uydurmakla kalmayıp, tarzı da değiştirdiler. karakter ve yaratıklar büyütüldü, böyle olunca ince detaylar daha bir göze görünür oldu. Farklı renkler sağda solda göründü. İlk oyunun klostrofobik, karanlık mekanları, zindanlardan dışarıya taştı ve ilk oyuna göre resmen çiçekli böcekli bir ekran izler olduk.
Peki üçüncü oyundan ne istemiştik? Ben karanlık-aydınlık tartışmasında karanlık taraftayım. Ne kadar az ışık, ne kadar fazla gölge, o kadar diablodur. Renkleri matlaştırmaları yerinde bir hareket olmuş. Renk paletini daha fazla daraltabilirlermiş bile görüşündeyim. Bu atmosferde, skill ve büyü efektleri dikkat çekici biçimde parlak ve cafcaflı. E bu da gayet yerinde bir yaklaşım. Büyü yapıyorsun sonuçta. Yaptığın iş oyundaki fiziksel dünyanın gerçeklerinin dışında bir eylem ve öyle görünmeli. Işıklandırmalar, gölgelendirmeler, modellemeler, tasarımlar, kaplamalar başarılı. Hele hele online bir oyunda olduğumuz ve tüm ekstra grafik yükünün oyunun sırtına lag, ping bilmemne olarak bineceği düşünüldüğünde, tamam diyorum. İyi iş yapmışsın blizzard. Çağdışı diyenlere anlam veremiyorum çünkü bu oyun Mass Effect değil. Ha şunu yine söylüyorum, o ekibin başında ben olsaydım, kesinlikle “Atmosferi biraz daha karartalım ağalar” derdim. Bu sadece bir kişisel tercih.



SES MÜZİK VE SİNEMATİKLER

Müzikler sorunsuz ve gayet atmosferik. Ses efektlerinde ince ayrıntıların üzerine büyüteç tutulur gibi ortaya çıkarılması bu atmosferi besliyor. Sinematikler konusunda Blizzard ile kıyaslanacak kalitede iş yapan firma azdır, belki de yoktur. Piyasanın en iyileri, ara demolarında masraftan kaçmayıp Hollywood yönetmenlerine kamera açısına kadar ayarlatan Rockstar ve Bioware ise, emin olun Blizzard'da bu firmalarla birlikte “state-of-the-art” iş yapan üçüncü marka.O yüzden “canavar” yazıp bırakalım.



DÖVÜŞ MEKANİKLERİ

Yine Hack&Slash oynuyoruz dostlar. İlk iki oyun gibi Mouse'unuz saatlerce “tıkır tıkır” edecek ve oyun bittiğinde sol fare tuşu eskisi gibi iyi basmıyor olacak. Yakın dövüşte saydıran karakterlerle oynuyorsanız bir sıkıntı yok, ama Wizard gibi uzun menzilli takılan bir karakteriniz varsa, karakteri yürütmek isterken, istemeden düşmanların üzerine tıklayıp haldır haldır yakın dövüşe koşabilirsiniz.
Etrafa fiziksel hasar verebilmek, gerçekten iyi düşünülmüş ve yerinde bir ekleme. Oyunda sağı solu dağıttıkça, dövüş sırasında kırılan eşyalardan da xp alıyoruz. E zaten uzun süren toplu dövüşlerde fazla xp aldığımız bilinen bir gerçek. Bu son yazdıklarımdan, oyunun yapımcılarının amacı “Non-Stop aksiyon” temalı bir oyunmuş izlenimini alıyorum. Yaratıkların ölüm animasyonları, kan akması, parça kopması gibi detaylar başarılı. Yani özetle bu başlıkta sıkıntımız yok. Zaten nasıl olabilir ki? Blizzard dediğimiz adamlar bu tıkır tıkır adam kesme işini 20 senedir yapıyor.




YENİLİKLER VE DEĞİŞİMLER

Yetenek ağacı gitmiş, yerine Rune sistemi gelmiş. Her yeteneğin 5 tane Rune u var ve bunlar belli seviyelerde açılıyor. Mouse ile yapılan yetenekler ve ayrıca keyboard shortcutları ile yapılan yetenekler var. Bu oyunlardaki önüne geçilemez WoW etkisinin bir sonucu.
Oynanışa büyük etki eden iki yetenek town portal ve identify. Eski oyunlarda bu iki kritik büyü için defalarca kasabaya gel-git yapardık. Şimdi bu işler scroll olmaktan çıkıp yetenekler cebimizde olduğundan, o gelgitler bitmiş. Oyunun temposu hızlanmış.


Artisan'lar ise başka bir yenilik. Artık kendi silahlarımızı yaptırıyoruz ve eğer artisanlara yatırım yaparsanız, bu silahlar biraz da şans yardımıyla hiç öyle eften püften silahlar olmuyor.
İnventory sistemine de el atmışlar. Artık ufacık bir hançerle kafam kadar kalkanın kapladığı yer aynı. Bu yüzden envanterde yer sorunumuz pek olmuyor. Ben pek öyle çöpçü tipte bir oyuncu değilimdir. Sadece elimdekinden daha iyisi çıkarsa, Ya da sınıfım gereği kullanamadığım ama iyi para edeceğinden geride bırakamadığım eşyaları alırım. Ama bu halde bile eski oyunlarda envanterim 5 dakikada sıkıntı çıkarmaya başlardı. Şimdi daha fazla yüklenebiliyoruz. Bu da yine o gel-git i azaltmaya yönelik bir adım.


Son olarak Auction House sistemine değinmek isterdim ama henüz sistem iyi oturmadı, zaman zaman büyük sıkıntılar yaşanıyor. Havaya giden paralar, mundar olan Itemlar çok fazla. Tabi bu işler oturacaktır. MMO işinde Blizzard bir numaradır ve bu işi çözer. O yüzden acımasızca eleştirmek yerine, bir süre el atıp düzeltmelerini bekliyorum.