MAİL: Oyuncueposta@gmail.com - FACEBOOK: 724 Oyuncu - TWİTTER: Yokuz anam. Harikalar Tic. teması. Blogger tarafından desteklenmektedir.
TPS etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
TPS etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

14 Mayıs 2012 Pazartesi

SNİPER ELİTE V2 İNCELEME



Bir sniper oyunundan beklentiniz nedir? Şahsen ben, sapına kadar gerçekçi bir keskin nişancı simulasyonu beklerim. Bu işin ruhunu, 2 gün boyunca bir binanın dar çatı arasında, küçük bir delikten altımızdaki caddeyi gözleyerek, yerimizden sadece günde üç kere yanımızdaki konserve kutusuna 2 kaşık atmak için, plastik kola şişesine işemek için, Ya da bir sigara içmek için kalkıyorsak hissederiz. Ya da çamurun içinde sekiz saat hareketsiz yatarak, üstümüzde gezinen farelere ya sabır çekerek, karşımızdaki sniperin bizi aldatmak için başvurduğu tüm akıl oyunlarına kanmadan, o “tek” atışı bekliyorsak o oyun sniper oyunudur.
Eğer sizin de bu soruya cevabınız benim gibiyse, üzülerek söyleyeyim siz de benim gibi bu oyunu oynayınca hayal kırıklığına uğrayacaksınız. Sniper elite bize saklandığımız yerden, rüzgarı hesaplayıp, nefesimizi kontrol ederek, nişan alma, tetiğin boşluğunu alarak, titretmeden çekme şansı sunuyor. Ama bunu pek de etkileyici bir sunuma dönüştüremiyor.

Saatlerdir dürbüne bakmaktan gözler lepistes balığı gibi pörtleyecek.

İkinci dünya savaşının son demleri. Almanlar dört bir yanda kaybediyor ve Almanya'nın içlerine sürülüyor. Kazanmak için tek umutları gizlice geliştirdikleri yeni nesil füzeler de onları kurtaramıyor. Diğer yanda Ruslar bu füzelerin peşinde, ve biz bir Amerikan keskin nişancısı olarak bu planı bozmaya çalışacağız. Oyunun senaryosu, görevlerin arasında izlediğimiz ikinci dünya savaşı belgesellerinden alınma görüntüler ile aktarılıyor. Evet bu tarz bir anlatım, olaya tarihsel gerçekçilik katma yönünden başarılı. Fakat tüm görevlerin aynı mantık ve planlama üzerine kurulmuş olması, bir süre sonra bizde, hikayeyi falan sallamadan her görevde çıkıp tekrar tekrar aynı şeyleri yapma hissini tetikliyor.

Bu görev ilerlemesi genelde stealth bir mentıkla başlayarak iki kişinin yanından sürünerek geç,(ama sürünmesen de olur, zaten ortalık karışacak gizlilik mizlilik kalmayacak) sonra istersen kapılara falan iki tuzak yerleştir, (ama uğraşmasan da olur, sonuçta görevde 100 kişiyi öldüreceksin, tetiğe iki defa fazla basarsın biter) sonra dikkatli bir şekilde bir keskin nişancının durması gereken avantajlı yeri ara ve konuşlan, (ama dikkat etmesen de olur çünkü dışarda silalar patlarken binanın içinde uyuyan dallamalar bile göreceksin. Ha bu arada o yeri aramasan da olur çünkü oyun sana checkpoint olarak verecek) sonra şansına tam da sen varacağın yere vardığında ortaya çıkan bölümün önemli adaını öldür, ( geç kalmak erken gelmek yok, saat gibi adamsın. bu nazi camiası da öyle hep dakik, sabah 9 işbaşı akşam 5 paydos, 5i 1 geçse ortada in cin yok) sonra ortalık karışsın bi 50 adam daha öldür. Görevi bitir şeklinde. İşte bu tekrarlayan senaryoyu her görevda yap. Oyun bu.


Kill Cam gerçekten çok önemli bir icat. 10.00 kere bu sahneyi izleyince oyun bitiyor.

“Lan sana naaptılar da bu kadar kinlendin?” diye soruyosunuz değil mi? Ya arkadaşlar, oyunu bu kadar boklamamın asıl sebebi ne grafikleri, ne sesi müziği bilmemnesi. Bunların hepsi bir şekilde sınıfı geçer. Ama o yapay zekayı size nasıl anlatayım onu düşünüyorum kara kara. Şimdi, mesela Amerikan savaş filmlerini hatırlayın, Er Ryan'ı kurtarmak olur, Full Metal Jacket olur. Bu filmlerde yoluna sniper çıkan takımlar ne yapardı? Korkudan yerinden kıpırdayamazdı, uzun uzun kafa patlatıp binbir soytarılık ederek o sniperı bertaraf etmek için çare ararlardı değil mi? Çünkü insan psikolojisidir, can tatlıdır. Köşeyi dönen arkadaşının kafasına mermi girerse, sen seyit onbaşı olsan, John Rambo olsan o köşeyi dönmezsin baba. Göt yemez. Düşün ki bir de birbirinizden uzaksınız. kurşunun atıldığı yeri anlamanız için bile önce 3-4 arkadaşın ölmesi gerekir. O bir sniper ölsün diye, elinde scud füzen olsa düşünmezsin atarsın. Çünkü bu puştlar öyle böyle bela değildir.

Peki oyunda ne oluyor? Sen ateş ettiğin anda, arada 800 metre de olsa ortamda kaç düşman varsa seni şak diye görüyor. Peki ne yapıyorlar, mal gibi koşturuyorlar. Yatıyorlar, sonra geri kalkıyolar. Sonra çömüyolar, sana iki el ateş ediyolar, sonra arkalarını dönüyorlar. Rezillik abi. Sen de çatr çutur kill cam eşliğinde bunları indiriyosun. Sonra ara ara sağda solda makinalı tüfekler yoktan peydah oluyor. Onların başındaki adamı vuruyosun. O tüfeğin başındaki 3 adamı vursan, 4.sü mal gibi gidip o tüfeğin başına yine geçiyor. Neden? Sen kill cam eşliğinde daha çok röntgen çek diye.


Hep senin başının altından çıkıyo bunlar sümükbıyık.

Son olarak bu kadar abartılan şu kill cam olayına bir değinelim. Kamera mermiyi takip ediyor, hedefin kafasına gözüne, kıçına başına girdiğini izliyosun. Arada kemiğe falan denk gelirse düşmanın röntgeni çekiliyor kırılan kemiği, kafatasını görüyorsun. Tamam güzel ama 1000 kere gördükten sonra ne anlamı var abi. Sen bunu bana ödül olarak çok uzaktan yaptığım zor headshotlarda falan göster ki bi anlamı olsun. Hedef hep ucuz popülerlik yani, oyuna Hitler'i öldürme görevi var diye, killcam rönten çekiyor diye güzel diyen zaten bizden değildir. Başka siteler var, onlar " Bi sıktım, Hitlerin gaffası parçalandı abii" diye iyi puanlar vermiştir. Onları okuyun.

Neyse işte son söz olarak, sniper olayına meraklıysanız alın bi bakın. Zaten oyun 8-10 saatte bitiyor. Piyasada başka sizin için yapılmış bir alternatif olmadığına göre el mecbur oynayacaksınız. Fakat şahsi fikrim oyunun yapay zekasının tüm keyfini kaçırdığı yönünde.   

2 Mart 2012 Cuma

İNCELEME: ALAN WAKE


Max Payne oyunlarının yapımcısı Remedy tarafından 2 yıl önce XBox'a çıkarılan Alan Wake'i PC de inceledim. Oyunun adı başroldeki karakterin de adı. Alan Efendi, Stephen King çakması bir korku gerilim yazarı. Yazar olarak üretemediği bir dönemdeyken, üstüne kabuslar görmeye başlıyor. Bunun bir de karısı var, adını şimdi unuttum o yüzden Ayşenur diyecem. Ayşenur'u 2 özelliği ile tanıyoruz. Birincisi en çok korktuğu şeyin karanlık olması. İkincisi de oyunun yarısında donla gezmesi. Yani bu abla da Alan gibi az denyo. Neyse bu ikisi tatile çıkıyolar. Ufak bi kasbaya bi arkadaşlarının evine gidiyolar. Sonra arkadaşları yokmuş da bi cadı karı varmış da neymiş de hikaye akıyo işte.



Oyunun tarzı Survival Horror TPS. Yani şöyle çevirelim,(Yapma) Adamı Arkadan Görmeceli Hayatta Kalma Korku Oyunu. (!) Bu türün başarılı olması için gereken baş özellik atmosferdir. Peki AW'de atmosfer nasıl? Başarılı. Bir kere karakterler bildiğin arıza tipler. Evde sigorta atsa karanlık korkusundan salya sümük vızıklanan bir kadın. Artı bizim kabuslardan uyuyamaz olmuş Alan. Artı bizimki böyle kılçık edebiyatçı tayfasından, hayatında eli iş tutmuş bi adam olmadığından işler sarpa sarınca ordan kapıyım bi taş, vurayim ağzına, keserin kafasını savurup bi atarlanayım de yok bunda. Hikayede Stephen King öykülerinden alıntılar bol. Bir de şöyle hoşuma giden bir yenilik gördüm, bazen sağdan soldan Alan'ın kitap müsveddelerini topluyoruz. İşte mesela şöyle bir yazı var, “Tepedeki evin kapısından girdiği anda aldılar bizimkinin dalağını böbreğini” sonra 5 dakka oynuyoruz, bi bakıyoruz tepede sislerin arasında bir ev var. Bunun gibi oyunda başımıza ne geleceğini bilmenin verdiği gerginlik daha önce yapılmış bir şey değil. Ayrıca korku temalı oyunlardaki bütün germe-korkutma öğeleri mevcut. Sıralarsak; Her 5 mermi aldığımızda 8 düşman çıkması. Bu yüzden kaçmak zorunda kalmak. Düşmanların hep etrafı sarıp, arkadan yandan vurması. Bu yüzden sürekli arkayı kollama ihtiyacı. Karanlık, sis, vs..

Oyun bir yandan bölüm bölüm dizi gibi, böyle her bölüm sonu cliffhanger ile havada kalırken, yeni bölümün başı da previously on Alan Wake diye başlıyor. Diğer yandan da hikaye, roman modunda. Alan kılçığı durup dururken yaşadığımız anı sanki bi kitaptan okuyor.



Oyunda karanlık ve ışık önemli. Saldıran Taken'ların bir karanlık zırhı var. Karanlığın içinde bunlara kurşun murşun işlemiyor. Önce o zırhı kaldırmalısınız. Bunun için ya el feneri odaklayıp şapşal edeceksiniz öyle basacanız mermiyi, ya meşaleleri yakıp üçlü çektireceksiniz, Ya da bir ışığın altına kaçıp sığınacaksınız. Karanlıkta koşturunca alırlar gırtlağınızı. O yüzden el feneri hem kurtarıcı hem dert. Pili bitiyor. Bir de sol analog yürüme, sağdaki fener, o biraz zorluyo. Ha klavyeyle oynicam derseniz sıkıntı büyük. O zaman bu fener zıkkımına Alan rot ayarı kaçmış gibi sağa çekiyo.

Grafiklere bakarken oyunun aslında 2010 oyunu olduğunu unutmayın. Zamanına göre gayet iyi grafikler, günümüz standartlarında da gayet iş görüyor. Arada ağaç dallarının içinden geçerken falan ufak hatalar var ama büyük dert değil. Sisi pusu başarılı yani.

Yalnız benden mi kaynaklanıyor artık şüphelenmeye başlıyorum, bu oyundan da sıkıldım. Yine neden lan diyceksiniz.. Hep aynı be ağalar. Aynı düşman, aynı şey mermi bitmece, sonra kaçmaca..

28 Şubat 2012 Salı

BOONDOCK SAINTS : THE GAME

İlki iyi bi filmdi. Devam filmleri çöptü. Şimdi oyunu yapılıyormuş. PC , X360 ve muhtemelen PS3 için geliştirilen oyunun türü co-op shooter. Filme sadık kalacaklarmış. E3 te daha geniş tanıtımı yapılacakmış. Boktan bir TPS daha mı geliyor? Beklemedeyiz.

20 Şubat 2012 Pazartesi

SYNDİCATE VE SLEEPİNG DOGS TRAİLER'LARI


Syndicate yarın piyasaya çıkıyor. Daha önce oyunla ilgili bir iki haber yapmıştık. Launch Trailer'ını da verelim.




Sleeping Dogs ise şaşırtmaya devam ediyor. True Crime Hong Kong'u nasıl mundar ettiler diye haberini yapmıştım. Bu yetim doğan proje, kederi çileyi ben mi yarattım lan, alayına isyan deyip her trailerında meydan okumaya devam etikçe kanım ısınıyo kendisine.

8 Şubat 2012 Çarşamba

TRUE CRİME HONG KONG 'U NASIL MUNDAR ETTİLER

İlk True Crime oyunu "Streets of LA" i zamanında beğenmiştim. Neydi beni tatmin eden yanlar? Bir kere hikaye ağacı vardı. Dallanan bir senaryo ve farklı sonlar beni daha çok oyunun başında tutmuştu. İlkel de olsa bir stat ekranı vardı gibi hatırlıyorum. Tamamen hafızam beni yanıltıyor da olabilir. Statları arttırdıkça öğrenilen hareketler falan mantıklı ve dengeliydi. Bir de çok iyi bir soundtrack'e sahipti bak bu konuyu yanlış hatırlamadığıma eminim. Oyun hem karate-kung fu ağıza vurmaca, hem GTA tarzı araba sürüş, hem de Max Payne'vari silahlı çatışma bölümlerini eşit bir oranda içinde eritiyordu. Çok çok hayranı olmasamda bitirene kadar her dakikası bana zevk vermişti.

Sonra True Crime New York City çıktı. Oynamayı denedim. Ama feci Buglar vardı. 5 dk bile oynayamadım.

3. Oyunda Hikayeyi Hong Kong'a taşıyacaklardı. Fakat süreç sancılı ve çileli gelişti. Oyunu geliştirmeye Luxoflux başladı. 2010'da firma kapandı. United Front biz yaparız dedi, çalışmaya başladı. Bu sefer de dağıtıcı Activision projeyi iptal etti. Devreye Square Enix girdi. Oyunun yapıldığı kadarını satın aldı. United Front'la anlaştı ve başladığınız işi bitirin dedi.

Bu arada, Ferdi Tayfur Almanyaya gidince yavuklusuna sarkan Tecavüzcü Coşkun kılıklı Activision, beyaz atlı prens rolüne soyunan Enix'e bir yandan da "ya benim olucak ya toprağın" muamelesi çekiyormuş, Heriflere sadece yarım oyunun datasını satmışlar, isim hakkını değil. Sonunda oyunun yeni ismi "Sleeping Dogs" oldu.

Bu kadar mundar olmuş, dokuz köyden kovulmuş bir oyundan hayır mı bekliyosun diyenler olacaktır. Ben de şüpheliyim açıkçası. Ama Enix oyuna öyle bir trailer hazırladı ki, ateşe benzini döktü.

Activision'a tükürdüğünü yalatmak gibi bir amaç olabilir mi?



Ağustos ayında oyun çıkınca görücez artık Hanyayı Konyayı..