MAİL: Oyuncueposta@gmail.com - FACEBOOK: 724 Oyuncu - TWİTTER: Yokuz anam. Harikalar Tic. teması. Blogger tarafından desteklenmektedir.
PS etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
PS etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

14 Mayıs 2012 Pazartesi

SNİPER ELİTE V2 İNCELEME



Bir sniper oyunundan beklentiniz nedir? Şahsen ben, sapına kadar gerçekçi bir keskin nişancı simulasyonu beklerim. Bu işin ruhunu, 2 gün boyunca bir binanın dar çatı arasında, küçük bir delikten altımızdaki caddeyi gözleyerek, yerimizden sadece günde üç kere yanımızdaki konserve kutusuna 2 kaşık atmak için, plastik kola şişesine işemek için, Ya da bir sigara içmek için kalkıyorsak hissederiz. Ya da çamurun içinde sekiz saat hareketsiz yatarak, üstümüzde gezinen farelere ya sabır çekerek, karşımızdaki sniperin bizi aldatmak için başvurduğu tüm akıl oyunlarına kanmadan, o “tek” atışı bekliyorsak o oyun sniper oyunudur.
Eğer sizin de bu soruya cevabınız benim gibiyse, üzülerek söyleyeyim siz de benim gibi bu oyunu oynayınca hayal kırıklığına uğrayacaksınız. Sniper elite bize saklandığımız yerden, rüzgarı hesaplayıp, nefesimizi kontrol ederek, nişan alma, tetiğin boşluğunu alarak, titretmeden çekme şansı sunuyor. Ama bunu pek de etkileyici bir sunuma dönüştüremiyor.

Saatlerdir dürbüne bakmaktan gözler lepistes balığı gibi pörtleyecek.

İkinci dünya savaşının son demleri. Almanlar dört bir yanda kaybediyor ve Almanya'nın içlerine sürülüyor. Kazanmak için tek umutları gizlice geliştirdikleri yeni nesil füzeler de onları kurtaramıyor. Diğer yanda Ruslar bu füzelerin peşinde, ve biz bir Amerikan keskin nişancısı olarak bu planı bozmaya çalışacağız. Oyunun senaryosu, görevlerin arasında izlediğimiz ikinci dünya savaşı belgesellerinden alınma görüntüler ile aktarılıyor. Evet bu tarz bir anlatım, olaya tarihsel gerçekçilik katma yönünden başarılı. Fakat tüm görevlerin aynı mantık ve planlama üzerine kurulmuş olması, bir süre sonra bizde, hikayeyi falan sallamadan her görevde çıkıp tekrar tekrar aynı şeyleri yapma hissini tetikliyor.

Bu görev ilerlemesi genelde stealth bir mentıkla başlayarak iki kişinin yanından sürünerek geç,(ama sürünmesen de olur, zaten ortalık karışacak gizlilik mizlilik kalmayacak) sonra istersen kapılara falan iki tuzak yerleştir, (ama uğraşmasan da olur, sonuçta görevde 100 kişiyi öldüreceksin, tetiğe iki defa fazla basarsın biter) sonra dikkatli bir şekilde bir keskin nişancının durması gereken avantajlı yeri ara ve konuşlan, (ama dikkat etmesen de olur çünkü dışarda silalar patlarken binanın içinde uyuyan dallamalar bile göreceksin. Ha bu arada o yeri aramasan da olur çünkü oyun sana checkpoint olarak verecek) sonra şansına tam da sen varacağın yere vardığında ortaya çıkan bölümün önemli adaını öldür, ( geç kalmak erken gelmek yok, saat gibi adamsın. bu nazi camiası da öyle hep dakik, sabah 9 işbaşı akşam 5 paydos, 5i 1 geçse ortada in cin yok) sonra ortalık karışsın bi 50 adam daha öldür. Görevi bitir şeklinde. İşte bu tekrarlayan senaryoyu her görevda yap. Oyun bu.


Kill Cam gerçekten çok önemli bir icat. 10.00 kere bu sahneyi izleyince oyun bitiyor.

“Lan sana naaptılar da bu kadar kinlendin?” diye soruyosunuz değil mi? Ya arkadaşlar, oyunu bu kadar boklamamın asıl sebebi ne grafikleri, ne sesi müziği bilmemnesi. Bunların hepsi bir şekilde sınıfı geçer. Ama o yapay zekayı size nasıl anlatayım onu düşünüyorum kara kara. Şimdi, mesela Amerikan savaş filmlerini hatırlayın, Er Ryan'ı kurtarmak olur, Full Metal Jacket olur. Bu filmlerde yoluna sniper çıkan takımlar ne yapardı? Korkudan yerinden kıpırdayamazdı, uzun uzun kafa patlatıp binbir soytarılık ederek o sniperı bertaraf etmek için çare ararlardı değil mi? Çünkü insan psikolojisidir, can tatlıdır. Köşeyi dönen arkadaşının kafasına mermi girerse, sen seyit onbaşı olsan, John Rambo olsan o köşeyi dönmezsin baba. Göt yemez. Düşün ki bir de birbirinizden uzaksınız. kurşunun atıldığı yeri anlamanız için bile önce 3-4 arkadaşın ölmesi gerekir. O bir sniper ölsün diye, elinde scud füzen olsa düşünmezsin atarsın. Çünkü bu puştlar öyle böyle bela değildir.

Peki oyunda ne oluyor? Sen ateş ettiğin anda, arada 800 metre de olsa ortamda kaç düşman varsa seni şak diye görüyor. Peki ne yapıyorlar, mal gibi koşturuyorlar. Yatıyorlar, sonra geri kalkıyolar. Sonra çömüyolar, sana iki el ateş ediyolar, sonra arkalarını dönüyorlar. Rezillik abi. Sen de çatr çutur kill cam eşliğinde bunları indiriyosun. Sonra ara ara sağda solda makinalı tüfekler yoktan peydah oluyor. Onların başındaki adamı vuruyosun. O tüfeğin başındaki 3 adamı vursan, 4.sü mal gibi gidip o tüfeğin başına yine geçiyor. Neden? Sen kill cam eşliğinde daha çok röntgen çek diye.


Hep senin başının altından çıkıyo bunlar sümükbıyık.

Son olarak bu kadar abartılan şu kill cam olayına bir değinelim. Kamera mermiyi takip ediyor, hedefin kafasına gözüne, kıçına başına girdiğini izliyosun. Arada kemiğe falan denk gelirse düşmanın röntgeni çekiliyor kırılan kemiği, kafatasını görüyorsun. Tamam güzel ama 1000 kere gördükten sonra ne anlamı var abi. Sen bunu bana ödül olarak çok uzaktan yaptığım zor headshotlarda falan göster ki bi anlamı olsun. Hedef hep ucuz popülerlik yani, oyuna Hitler'i öldürme görevi var diye, killcam rönten çekiyor diye güzel diyen zaten bizden değildir. Başka siteler var, onlar " Bi sıktım, Hitlerin gaffası parçalandı abii" diye iyi puanlar vermiştir. Onları okuyun.

Neyse işte son söz olarak, sniper olayına meraklıysanız alın bi bakın. Zaten oyun 8-10 saatte bitiyor. Piyasada başka sizin için yapılmış bir alternatif olmadığına göre el mecbur oynayacaksınız. Fakat şahsi fikrim oyunun yapay zekasının tüm keyfini kaçırdığı yönünde.   

22 Mart 2012 Perşembe

FİFA STREET İNCELEME



Seni tekrar çocukluğumun şanlı şerefli anılarına götürüyorum ey okuyucu, DAVİD DOUİLLET JUDO  incelememde ilkokuldaki karate kungfu günlerimi anlatmıştım. Şimdi zamanı biraz ileri alıyoruz ve ortaokula gidiyoruz. Futbol günlerine..

ENDÜSTRİYEL FUTBOLUN DOĞUŞU

Çok iyi hatırlıyorum, kendi halimizde tenefüslerde topumuzu teperken, okulda spor salonunda 5erli takımlardan turnuva yapılacak haberi gelince, her şey bir anda değişmişti. Romantik futbolun yerini Endüstriyel futbol almıştı sanki.
Ben o yıllarda neden bilmem hep kaleye geçiyordum. Bu hiç top oynayamayanın kaleye konması gibi değildi, çünkü ayağım da düzgündü aslında. Çok çalım atamazdım ama gücümle hızımla falan takıma gayet faydalı olur, iş yapardım. Neyse işte futbol hayatımın ilk dönemlerinde kaleciydim. Bu okulda turnuva haberi gelince, 30 kişilik sınıftan bir 5 kişi+3 yedek çıkarılması gerekti. Geçmiş zaman tam nasıl oldu hatırlamıyorum ama 2-3 kişi bi kahpelik yapmışlar, ders arasında kimseye hissettirmeden gidip beden hocasına bi liste vermişler, bizim takım budur hesabı. Ben kafamdan diyorum ki kalede kesin ben varım, çünkü top tutabilen tek adam benim. Diğer çocukların hepsi felaket, böyle ellerinin arasından gol yiyolar, bacak arası yiyolar falan. Rezil olursun yani. Neyse listeyi bi gördüm Ana, yedek kaleci yazmışlar lan beni. Bide duydum ki karılar falan dedikodu yapıyo sınıfta, ay kim oynuyo bizim takımda falan fistan.Tabi cinnet geldi bana, gittim kendini kaptan yazdırmış lavuğa, adı da Piç Murat, sınıfta saçına jöle süren tek model. Kafa mı açıyon lan benle Piç dedim, kim kaybetti kaptanlığı da sen buldun lan koduğum dedim falan arıza çıkardım. Tamam dedi bu bıdıbıdı yapma, öğlen kur, karşıma çıkar takımını.
Tamam lan dedim senden mi korkucam. Sınıfa şöyle bi baktim, çok iyi oynıyan iki üç kişi var biri bu Piç Murat, öbürlerini de kendi yakımına yazmış zaten. Geri kalanlardan kafamda bi takım yaptım. 2-2-1 düzeninde çıkardım sahaya. Kendim de geçtim kaleye. Yalnız takıma bakıyorum, çok sıkıntı var. Düzgün oynamayı bilen 2 kişiyiz. Bi ben bi Ayı Gökhan. Kalanlar hep torba. Şansımız sıfır. Olsun dedim, verdim çocuklara gazı. Dedim sizin de hakkınız lan bu turnuvada oynamak. Kimse bu sınıfın sahibi değil, çıkın oynayın aslanlar gibi. Maça başladık. Fena halde eziliyoruz, bunlar dalga dalga geliyo, akın akın üstüme geliyo ipneler. Bide diğer sınıflardan tipler kenarlardan izliyolar, Ergun Gürsoy havasında not tutuyolar. Bizim rakip de "Hazırlık maçı yapıyoruz canım" falan diyo bunlara. Sanki Almanya kampına gelmişler de, köy takımıyla sezon açıyolar havasında ipneler. Yalnız tek birşey yanımızda o da şans. Zaten benim baltaların gol atması imkansız, topu falan ıskalıyolar. 2 pas yapmaları imkansız. Anca Ayı Gökhan orta sahada top bulabilirse aşırtma atmaya çalışıyo ordan, onlar da kaleyi tutmuyo falan. Ama karşıdaki çakma Ronaldolar da gol atamıyo bi türlü. Abanıyo şerefsizler, direğe çarpıyo, abanıyo köpekler, ağzıma çarpıyo, ama o top içeri girmiyo. Abartmıyorum rahat 80 -100 şut geldi üstüme. Hiç unutmam, öğlen tenefüsü 50 dakka, 50 dakka gol atamadı bunlar. Vurdular, top içeri girdi. O saniye zil çaldı. Bunlar bağıra bağıra koşturdular sınıfa. Göt gibi kaldım. 1-0.

FANATİZMİN FUTBOLA GİRİŞİ

Neyse hızlı geçiyorum. Bunlar o sene gitti turnuvaya. İlk maçta 3-0 yenilip elendiler. Ama bir pozisyon var ki.. Bizim sikik kaptan, Piç Murat karıya kıza şekil yapıcam diye, karşısında boş kale varken rövaşata çekip golu kaçırınca, maçtan sonra farz oldu bizim oynamayan takım buna bi saldırdık. İki takım bi kavga. 10 kişiye 3er gün okuldan uzaklaştırma. Seneye yenicez lan sizi dedik, biz oynicaz o turnuvada.
Ağır rekabet başladı sevgili okuyucu. Her gün maç yapıyoruz, her gün yeniliyoruz. 30 maç yapıp gol atamaz mı bi takım ya. Ben de kaleden çıktım forvet oynuyorum artık dedim. Yenile yenile biraz oynamayı öğrendik, gol falan atmaya başladık. Yalnız maçlar derbi havasında, bunlar yıldızlar topluluğu Real Madrid, biz gururlu mücadelesini yapan Athletic Bilbao. Nefret rüzgarları esiyo, arada sağlam kavgalar oluyo. Dirsek falan atıyoruz birbirimizin ağzına. İnanmıycaksınız, son maçta, yani turnuvaya gidenin belirleniceği maçta ayağı kırılan adam oldu o sezon. Halı sahaya gitmiştik, çocuğu hastaneye götürdük iptal oldu o maç bidaha oynandı falan. Ama o sene de yalan oldu tabi, biz gene gidemedik turnuvaya.

EZELİ RAKİBE TRANSFER OLAN FUTBOLCU PSİKOLOJİSİ

Yeni bir sezon, yeni umutlar. Baya baya öğrenmişti bizim takım oynamayı. Bir arada oynamaktan taş gibi takım olmuşuz farkında olmadan. Takımın kaptanı Ayı, yıldızı ben. Ayı Gökhan ortalıyo ben yazıyorum. Hatta nası forma girdiysem her maç golüm var. Kendimize bi güven geldi. Resmen yıldızlar topluluğuyla kafa kafaya oynar olduk. Yine çoğu maç onlar  kazanıyo ama, başabaş oynamak, arada bir kazanmak falan, bizim San Marino için inanılmaz işler. Ama işler karışacaktı.

Bir gün, karşı takımın kaptanı Tombik Oğuz var babası hakem. Ayıyla beni dışarı çağırdı, lahmacun falan ısmarladı, yedirdi içirdi. Transfer teklifi yaptı bize. Bu sene turnuvada kaleci lazım. Sen geçersin kaleye dedi. Gökhan da yedek ortasaha olur ikinci yarı oynar dedi. Biz birbirimize baktık, küfür gibi laf. Şerefli mücadelemizi satarmıyız lan der gibi anlaştık bakışlarımızla. Siktiri çektik buna. Sezon bu kez başabaş devam etti. Yalnız bu ayıda bi değişimler vardı. Sevgilisi bunu bırakıp Piç Muratın manitası olmuştu, bu da bunalıma girdi. Takıma bi bağırmalar bi sinirler geldi buna. Kolej havası bozuldu, takım içi kavgalar oluyo falan. Hatta beni bazen yedek bırakıyo. Karşı takım götüyle gülüyo tabi. Bende de yıllardır turnuvada milli olamamak psikolojiyi biraz bozmuş, bi gün yine kavga ederken skerüm takımını da seni de dedim, ve ezeli rakibe imzayı attım. Bu kez de sınıfın yarısı bana düşman, takımını nası satarsın diye. Figo Barcadan Reale geçince domuz kellesi fırlattılar ya, bi onu yapmadıkları kaldı bana. Lan götoşlar o takımı ben kurmuşum zaten. Neyse, profesyoneliz dedim, giydim eldivenleri, geçtim kaleye, turnuvaya kadar form tutma peşindeyim. İyi de form tuttum. Ama içim bi buruk. Takımla konuşmuyorum zaten, toptan zevk de almıyorum abi, ola ola Piç Muratla takım arkadaşı olmuşum.

KALEDEKİ YALNIZLIK
O sezonun finali geldi. Unutulmayacak bir maç daha. Maçtan önce Ayı Gökhan beni aradı. Bak dedi, sen bize en büyük kalleşliği ettin ama yinede yıllarca bizim ikinci kaptanımızdın.Zaten sen gidince takım dağıldı gibi bişey oldu. Finalde yap yapacağını. Ye gollerini. Biz kazanalım. Çocuklarla konuşurum, turnuvaya gidersek zaten adam eksik olucak, karşıdan adam almak zorunda kalıcaz, seni geri kabul ederler takıma. Yap şu şikeyi, şu son senemizde beraber gidelim turnuvaya.

Final maçı, 1-0 öndeyiz. Penaltı oldu. Ayı Gökhan topun başında, kalede ben varım. Birbirimize baktık. Çekti şutunu, yavaşça köşeye gidiyo. Yapamadım, bilerek yiyemedim. Kurtardım. Maçı kazandık. Musluktan su içiyoz. İçim bi sıkıntılı. Kendimi rahatlatıyim diye geyik yapıyorum. Oğuza dedim ki "Bu sene turnuvayı kazanırmıyız sence?" Bu cevap verdi: "Kazanırız da sen oynamıycan." "Neden birader dedim" "Piç Murat seni takımda istemiyo." "Peki" dedim. Gittim Ayı Gökhanın yanına. "Yuvaya dönmek istiyorum bana yer var mı kaptanım?" dedim. Ayı bi düşündü, "Sen bizim evladımızsın, her zaman." dedi. 



OYUN HAKKINDA KISA KISA

Kısa bi not: Oyunda Türkiye ligi ve takımları mevcut değil, ligin itibarını iki paralık edenler sağolsun.

Oynanış:

Oyunda çalım atmak, hareket yapmak Fifa 12 ye göre çok çok daha kolay. Ben biraz daha başarılı ve maçları daha akıcı buldum. Ayrıca maçlarda tamamen sokak mantığı var. Örnek: Kaçınız mahallede asfalt yolda rakibin ayağına kaydı? Göt isterim gööt.

Mekanlar:

Statların yerini sokaklar almış. Çok da iyi olmuş. Normal Fifada statlar bana fena halde tekdüze ve birbirinin aynı geliyordu. Sokakta hayat varmış resmen.

Oyun Modları:



Modlar genelde eğlencelik mantığıyla kurgulanmış. Çocukluğumuzun mantığı, çalım atıyosan kralsın. Saf katıksız futbol.

Panna Modu: Miynatür kaleler. Bacak arası atıp adam geçersen 3 puan, aşırtıp geçersen 2, çalımlarsan 1 puan, golun kendisi de 1 puan. Bu puanlar kenarda birikiyor, golu atınca skor olarak yazılıyor. Arada kaptırıp gol yersen de puanları yazdıramadan kaybediyorsun.

Last Man Standing: Gol atınca karşı takımdan bir oyuncu eksiltiyorsun.

5-A Side Modu: 5 e 5 maç yapıyoruz. Sokak kuralları. Faul yapmak serbest. Kaleler bel yüksekliğinde.

Futsal Modu: Bizim okuldaki turnuva. Kapalı salonda 5erden, faul yapmak yasak.

World Tour: Dünyayı geziyoruz. Puan topluyoruz ve puanımızın yettiği etkinliklere katılıyoruz. Ayrıca tecrübe puanı birikiyor ve bunlarla oyunculara yetenek dağıtıyoruz

Kıyafetler:

Oyunun beni mest eden yeri burası oldu. Çek alta eşofmanı, üste kapşonluyu gel. Giy formayı, alta kot, alta kösele, gel.

Son söz: Birbirine benzeyen oyunlar içinden sıyrılan bir oyun Fifa Street 12. Biraz atari oynar gibi, relax oynanmalı. Çok birşey beklemezseniz oyunu seversiniz. Türkiye harici zibilyon tane lig ve takım mevcut. Ama mesela sizce de bu oyuncuların çocuk hallerini falan oynatsak mükemmel olmaz mıydı?

19 Mart 2012 Pazartesi

THE WALKİNG DEAD TRAİLER

Walking Dead gerçekten etkileyici bir dizi. Zombilerin işgal ettiği dünyada hayatta kalanları izlemek insanı inceden geriyor ve fena halde heyecanlandırıyor. Diğer yandan dizinin oyununu da hazırlıyorlar. PC PS XBox ve bilimum platforma çıkacak yeni zombi shooterımızın ilk trailerı karşınızda.

12 Mart 2012 Pazartesi

MASS EFFECT 3 ÜN SOSYAL MEDYA YANSIMASI

Büyük ihtimalle blogdaki Mass Effect sessizliğine anlam veremiyorsunuz. Sebep şu, Çıkalı 1 haftayı geçti ve ben 4 gözle beklediğim oyuna iş güç sebebiyle daha elimi süremedim. 1. oyundan 2 ye import edilmiş save'im öyle yetim gibi duruyor.

Spoiler ile zehirlenmeden internet alemlerine bir bakayım dedim. Oyunun inceleme puanları resmen tavanlara vurmuş.Kendi kendime "Bu sefer iyi bir şeyin içine sıçmadan kotardın lan Bioware helal olsun sana" dedim.

Yağlama:

Eurogamer – 10/10
Vox Gaming – 10/10
PlayStation Lifestyle – 10/10
Eurogamer Germany – 10/10
GameInformer – 10/10
GameHunters – 4/4
The Guardian – 5/5
Gamerzines – 98/100
Xbox 360 Achievements – 96/100
IGN – 9.5/10
CVG – 9.4/10
GamesRadar – 9/10
Gamespot – 9/10
Metro – 9/10
Destructoid – 8.5/10
GiantBomb – 4/5
1UP – A
Kotaku – “Yes”


Sonra az daha bakınca sızlananları gördüm. En fazla boklamalar oyunun özensizce tasarlandığı yönünde.

Boklama 1- Tüm DLC'leri satın almak isteyem biri 870$ ödemeli.
İşte Fatura:

Collector's Edition (needed to obtain all content):
$80 - N7 Collector's Edition
Pre-order bonuses:
AT-12 Raider - Origin pre-order bonus
Chakram Launcher - Play the Kingdoms of Alamur demo
M-55 Argus - Pre-order bonus for select retailers
N7 Weapons pack - N7 Edition bonus
N7 Hoodie - N7 Edition bonus
N7 Warfare Gear - Pre-order bonus for select retailers
Reckoner Knight Armor - Play the Kingdoms of Alamur demo
Robotic Dog - N7 Edition bonus
Squad Outfit pack - N7 Edition bonus
Auxiliary purchases:
Unannounced price for the iOS game Mass Effect Infiltrator, which can affect the main game.
$10 day one "From Dust" DLC
$44.99 for the Liara figurine - which oddly enough now comes with multiplayer unlock DLC
$24.99 for The Art of Mass Effect Universe - Collector Assault Rifle unlock DLC/Powerup
$80 for four Mass Effect 3 toys - "Slightly randomized" multiplayer unlock DLC
$59.99 for the Mass Effect 3 controller - Collector Assault Rifle unlock DLC/Powerup
$209.99 for the Chimera 5.1 Headset - Collector Assault Rifle unlock DLC/Powerup
$34.99 for the Mousepad - Collector Assault Rifle unlock DLC/Powerup
$79.99 for the Messenger Bag - Collector Assault Rifle unlock DLC/Powerup
$24.99 for the iPhone case - Collector Assault Rifle unlock DLC/Powerup
$79.99 for the Mouse - Collector Assault Rifle unlock DLC/Powerup
$139.99 for the Keyboard - Collector Assault Rifle unlock DLC/Powerup
From Ashes DL'sindeki dosyaların zaten DVD deki Content klasöründe var olduğunu söylüyorlar. Eğer öyleyse mide bulandırıyor. Ha EA mi var arkasında? O zaman kesin doğrudur.



Boklama 2 - Bioware çok amatörce işler yapmış. Fotoğraflar demolar falan oran burdan çalıntı çıkıyor.

Tali Türbanın altından böyle çıkmış, soldaki de Google'da bulabileceğiniz bir resim.



Hikaye ve sonla ilgili kopya iddaları..

Boklama 3- Tüm hikaye Star Control serisinden çalıntı.

Şöyle argümanlar var:



Tabi bir de şu var göreni dumurlara getiriyor:



Bir de oyunun sonu muhabbeti var. Biz daha oynayamadık adamlar bitirmiş bile. Ve genel kanı oyunun sonunun çok havada kalmış, böyle bir seriye yakışmayan bir final olduğu yönünde. Bioware internet sitesinde "Oyunun sonunu nasıl buldunuz?" sorusuna "Leşoz" cevabını verenler almış yürümüş. 17 farklı son masalının aslında 3 sonun arasına slaytlar sokuşturarak çoğaltldığını söylüyorlar. Sonunu görenin bir daha Mass Effect adını duyası gelmez diyenler var. Ve hayranlar deli gibi sonu değiştirecek bir DLC istiyor.

Aslında taşlar yerine oturdu mu ne? İlk gün piyasaya küfür gibi bir DLC sürdün ve oyunculara nefret çığlıkları attırdın. Ama öyle bir son yaptın ki aynı oyuncular 1 hafta sonra "DLC isterük" diye çığrınmaya başladı.

Kaynak: Bilimum internet sitesi, ekşi sözlük, bilmemne..

7 Mart 2012 Çarşamba

İNCELEME: NBA 2K12


Yazan: Çağrı Özgöz

Kuşkusuz ki spor oyunları ezelden beri EA Sports'un “Buralar benden sorulur” dediği bölge. Son dönemlerde 2KGames'in de ortaya atılmasından sonra bu türdeki yapımların kalitesinin neredeyse yüzde yüz arttığını söyleyebiliriz. Basketbol oyunu dediğimizde ise hem konsol hem de PC de tek akla gelen oyun şüphesiz NBA serisidir.

Her sene devamlı olarak yenilenen, 2K'in son gözdesi NBA2K12' ciğini mercek altına aldım...

Aslında hemen hiç alternatifi olmayan bir oyunu inceleyelim demek biraz kafa karıştırıcı oluyor. Çünkü aynı oyunu geçen seneki versiyonu hariç, kıyaslabileceğiniz bir yapım koyamıyorsunuz önüne. Eh hal böyleyken iş hayal gücüne kalıyor. Biz oyuncuların istekleri ve de hayal güçleri sınırsız olunca böyle yapımların tatmin etme seviyesi, kişisel beğeni ve tercihlerimize bağlı bir değişken haline geliyor :) Objektif olmaya çalışarak 2KGAMES bu yıl ne ortaya koymuş bakalım...

Bundan birkaç yıl önce New Star Games in o 2D oyunlarıyla piyasaya girip de salladığını hatırlıyorum. New Star Soccer'a az takılmamıştım. Tek bir oyuncuyu yöneterek kariyer oluşturmak bir hayli zevkliydi. Önüne gelen sponsor anlaşmaları, maçlarda asist gol atma hırsı, daha zor seviyelerde kendini test etme beni büyülemişti diyebilirim. Hatta o zamanlar NSS in 3D oyunları yapacağı günleri sabırsızlıkla bekler olmuştum, ki devasa firmalar piyasadaki bu izlenimi yakalayınca, PLAYER CAREER modları spor oyunlarında hayli üzerine düşülen bir durum haline geldi. Tek bir oyuncuyla kariyer yapmak, yıllarca oynamak ve ardından emekliye ayrılarak kendi şaheserini seyretmek, hatta kimi oyunlarda oyun sonu videosu girip de kaşından gözüne oluşturduğunuz oyuncunuzun HALL OF FAME videolarını izlemek enfes olmaktaydı :) Eee? Bu cümleler neyin nesi diyorsunuz şimdi... Tabii ki bu oyunun en çok albenisi olan “My Player” modundan bahsediyorum.



Beni niye oynatmıyosunuz abi? Babam var benim abi işte resmi !

My Player modunda kariyerimize Elites ve Rookies takımı maçına gelen gözlemcilerin önünde sahaya çıkarak başlıyoruz. Bu maçtaki performansımıza göre DRAFT sistemiyle NBA takımlarına seçilmeye çalışıyoruz. Draft sıralamalarıda takımlar seçimlerini hem sizin yetenek ve performasınıza, hem de kadrolarında ihtiyaç duydukları oyucu pozisyolarına göre yapıyorlar. Performans derken “30 sayı atayım da beni LAKERS alsın” demek mümkün değil... Attığınız iyi bir pas, yaptığınız sayı assisti, blok, rebound, Double Team' e kadar her hareketiniz performans puanınızı etkiliyor. Oyun sonunda da size talip olmayı düşünen takımdan amcalarla 3 er soruluk mülakat tarzı görüşmeler sonucu draft'a geçip Nba oyuncusu olmayı bekliyorsunuz. Tebrikler artık bir NBA oyuncususunuz. Daha yeni başlıyor, hemen heyecan yapmayın. Takım arkadaşlarınız sizin aynı zamanda rakipleriniz :)

Hocam Allahın varsa iki dakka giriyim, dayımlar taa Meseçusesten geldi izlemeye be!

Kariyerinizin başında oyunda fazla dakika alamıyorsunuz. Hoca ufak hamlelerle bizi denemeye kalkıyor. Siz de performansınızla kendinizi kanıtlarsanız dakikalarınız artıyor ki bu oyuna yeni başlayan biri için pek de kolay bir şey değil. Zaten bu modu en az PRO seviyesinde oynayabilmekteyiz. Attığınız sayı oyun içinde koçun ve taraftarın gözünü doldururken, saha içindeki hareketleriniz takım arkadaşlarınızın size verdiği reytingi olumsuz etkileyebiliyor. Buna 2Games TEAM RATING adını vermiş. Örneğin 30 sayı atıp hocanızdan GOOD performance (İyi performans) notu aldığınız bir maçta; kötü paslarınız, bencil şut seçimleriniz, savunduğunuz oyuncunun içeri pasına sadece bakmanız yahut içeride pas almasını izin vermeniz(özellikle pota altında), savunduğunuz oyuncuya sayı ikram etmeniz gibi nedenlerden TEAM RATING iniz D olabilir. "D" olabilir demişken; A+, A, A-, B+, B, B- şeklinde E ye kadar uzanan bir takım not cetveliniz mevcut. Bu not kötü hareketlerinizde düşüş gösterirken, yaptığınız her iyi nitelendirilebilecek hareketinizde artıyor. Team rating ekranda sürekli bir gösterge çubuğu halinde gözünüzün önünde :) Ayrıca her oyundan önce size 3 adet görev veriliyor. Oyun sırasında DYCANMIC GOAL denilen ek görevlerle (Örneğin bir sonraki 2 atışını sayı al vb.) destekleniyor. Oyun içinde bu görevleri tamamlamamanız eksi bir durum oluşturmuyor. Ama başarırsanız, TEAM RATING, PERFORMANCE ve GÖREVLER size Skill Puanı kazandırıyor ve ve bu puanları kullanarak yeteneklerinizi artırıyorsunuz.

Skill point sistemi sadece oyun içinde yaptıklarınızla değil, DRILL bölümünde yaptığınız antrenmanlarla da destekleniyor. Belirli bir paunı aşıyorsunuz yahut yap denileni yapıyorsunuz ve sonucunda Skill Puanı kazanıyorsunuz. Sürekli antrenman gibi bir hakkınız yok, 3-4 maçta bir tek drill veriliyor, siz de bunu en verimli şekilde kullanmaya bakıyorsunuz., Team rating, taraftar ve basın ilişkilerini de maç sonrası yapılan basın toplantılarında vereceğiniz cevaplarla artırmak ya da düşürmek mümkün.

Olmaz Ahmet, Clippers'a gelen sigara da içer, dersten de kaçar, kopya da çeker.



Tabii ki draft olduğunuz takımda ömür boyu oynama zorunluluğunuz yok. MY TRADES bölümünden transfer olmak istediğiniz takıma göz kırpıp size teklif göndermelerini beklemeniz mümkün ki başarılı bir oyuncuysanız hiç de zor olmuyor. Hemen bir sonraki trade döneminde emin olun ki sizi alacaklardır. Sadece sizin istedikleriniz değil, diğer takımlardan da sizinle ilgilenen olursa bunu görebiliyorsunuz.

Ben basketi Almanya'da altyapıda öğrendim!

E tabi sözleşmelerinizi belirli bir meblağ üzerine imzalıyorsunuz. Bu parayı nerede harcıyorsunuz? Örneğin takım arkadaşlarınızı yemeğe çıkarabilir, team ratinginize torpil geçebilirsiniz, yahut bir basketbol okulu açıp fan support unuzu artırabilirsiniz ya da "EFSANE" lerden büyük meblalar karsılığında ders alır direkt olarak skillerinizin geliştiğini görebilirsiniz. Bunlar haricinde sahip olduğunuz parayı skill point ile değiş tokuş yapabilirsiniz. Siniz siniz siniz siniz... Neyse. Ehm...

Diğer modlara geçecek olursak online olarak birileriyle kendinizi test etmeniz tabii ki mümkün. Çoğu insanın ayılıp bayıldığı Lig modunda herhangi bir takımın başına geçip tüm oyuncularınızı kontrol etmeniz, draft edilen değil, draft eden olmak da tabi mümkün yalnız benim çok fazla tercih ettiğim bir mode olduğunu söyleyemem. Şahsi tercihimde diğer modlar, MY PLAYER modu yanında biraz altta kalıyor.

Ayrıca basketbolda biliyorsunuz ki çok sayıda yapılabilecek hareket var. Sadece dribble(top sürme) esnasında yapılan trick'ler değil, basketbol oyunun her anında çok. 2KGAMES bunları olabildiğince oyuna aktarmaya çalışmış tabii ama bunları nasıl yapacağım ben sorusu akla geliyor. Hepsini size tuş tuş gösteren bir training(antrenman) de mevcut canınızı sıkmayın. Yalnız oyunu bir joypad aracılığıyla oynamanızı şiddetle tavsiye ediyorum zira klavye ile saç baş yoldurabiliyor :)

ALL STAR haftasında bir SLAM DUNK CONTEST ya da 3 POİNT CONTEST olmamasına bir anlam veremedim. MY PLAYER da ya da Lig modunda o haftaya gelmeyi heyecanla bekler, NBA yıldızlarıyla Smaç şov yapmaya can atardık 3 yıl önce. Bu "oyun içi oyunun" kaldırılmış olması beni pek memnun etmedi. ALL STAR haftasında sadece EAST ve WEST takımlarının kapışmasında rol alabiliyoruz. Sebebi ise “ALL STAR WEEKEND” in isim haklarınınn EA'in elinde olmasıymış

Jordan Kolejde benim yedeğimdi lan. Valla bak!



Ee bu kadar yeter biraz da teknik özelliklere bakalım...

Grafik konusunda pek laf edilebilecek bir durum yok. Oyuncularda, saha içi, toplu pozisyonlarda fazla bir problem gözünüze çarpmıyor yalnız topla alakası olmayan figürlere değer verilmemiş. Belki göze batmaz diye düşünülüp uğraşılmamış olabilir ama gercekten can sıkan pozisyonlar yaşanabiliyor. Örneğin; sayı atıp defansa dönerken yandaki hakemle burun buruna geldiğinizde gayet rahat bir şekilde sizin onu ittirip kaktırarak yolunuzdan atmanızı beklemesi şaşırtıcı. Seyirciler de aynı dertten müzdarip, kimin ne olduğunu tanımanız imkansız çünkü 2000 yıllarındaki karton kutuya benzer grafikler şeklinde hazırlanmış. Oyun içi gayet başarılı fakat oyun çevresi hakkında aynı şeyi söyleyemiyoruz.


Ses ve ses dinamiklerine de laf etmek mümkün değil. PRESANTATION bölümünden dilediğiniz gibi ayarlama yapabiliyorsunuz. Sadece oyuncu ve saha seslerini açarsanız pozisyonda takım arkadasınızın SHOOT SHOOOT, I GOT HIM, GIMME THE BALL GIMME diye bağırdığını bile duyabiliyorsunuz :) Spikerlerimiz aynı pozisyonları genelde aynı repliklerle sunuyor. Fakat hiç beklemediğiniz bir anda,az önce attığınız sayının aynısı için VAAAAOOVVV HU HUUUU diye bağırırlarsa şaşırmayın. Olur öyle diyip geçin :)

Oynanabilirlik hakkında bir hayli konuştuk zaten. Ha unutmadan maç sonrası yorumlarda hep aynı soruları sorduklarından ve hep aynı cevapları vermeniz gerektiğinden en iyi cevap seçeneğini arama motorlarına sorarak bulmanız mümkün... Eheh.

Son olarak artık JORDAN iconundan kurtulman gerek 2K12 diyorum. Sürekli Jordan ayakkabılarm olsun, Jordandan mektup gelsin, jordan beni karısından çok sevsin diye uğraşmayalım, (tamam sen sponsor aldın da biz almadık be abi) yeter.
Oyun oynayın, oyunda kalmayın.


Yazarın Oyuna Puanları:
GRAFIK: 85
SES: 90
OYNANABILIRLIK: 80

28 Şubat 2012 Salı

BOONDOCK SAINTS : THE GAME

İlki iyi bi filmdi. Devam filmleri çöptü. Şimdi oyunu yapılıyormuş. PC , X360 ve muhtemelen PS3 için geliştirilen oyunun türü co-op shooter. Filme sadık kalacaklarmış. E3 te daha geniş tanıtımı yapılacakmış. Boktan bir TPS daha mı geliyor? Beklemedeyiz.

22 Şubat 2012 Çarşamba

İNCELEME : SYNDİCATE

Öncelikle şunu söyleyerek başlayayım, eski Syndicate'ı oynamadım. Yani bu incelemede oyuna, “Hiç mi kutsala saygınız yok lan Allahsızlar” modunda yanaşmıyorum. Madde madde yanaşayım dedim, bütün yollar senaryo maddesine geldiğimde birbirine düğümlendi. Şöyle kabaca anlatmaya çalışayım, aslında single-multi olarak iki oyun var. Adamlar oyunu Multi oynansın diye yapmış. Multi can, Multi zevkli, arkadaşlarla güzel zaman geçirtir. Single, zaman kaybı.

OYUNUN TÜRÜ NE?
Hiç lafı uzatmıyorum, bildiğiniz FPS bu. Her ne kadar türlü stealth-espionage safsataları, RPG öğesi zırvaları, puzzle çözmece geyikleri dönsede, oyun benim gözümde katıksız FPS'dir. MW tarzı siper almalı FPS değil ama. Quake tarzı düşmanın etrafında dönmeli, vurulmamak için zıplamalı falan FPS. Siz anladınız. Düşman siper alıyo ama bir tek onu yapıyo zaten. Bir de sayıca çok olduklarında sağdan soldan etrafımızı sarıyolar. Şimdi oyundaki bioçipimiz sayesinde stratejik bir şekilde oynayabildiğimizi falan söyleyenler olacaktır. Yapmayın arkadaşlar. Evet çipimizle düşmanın beynine girip kendi kafasına kurşun sıktırabiliyoruz. El bombasını elinde patlatıyoruz, Ya da geçici bir süre kendi tarafımıza çekiyoruz falan ama ben zaten oralardan iki kurşun sıktım geçtim abi. Gereksiz geldi. Ha Level-up RPG öğesi falan derseniz direk dalarım.



AKSİYON DOZU, TEMPO
Pek iyi değil. Zorluk düzeyi normal zorluk seviyesinde oynarsak yerli yerinde.Yeri geliyor nefes nefese koşturup, son enerjimizle şarjör değiştirecek bir siper arıyoruz. Ama oyunda birçok bölüm ölmeden geçiliyor. Hedefe kitlenen mermi atan tüfek var diyim size.
Şahsen bölümler esnasında sıkıldığım zamanlar oldu. Hemde bayağı sık. Bunun sebebini şöyle açıklamaya çalışayım. Hani oyunlarda görev esnasında objectiveimizi tamamlayınca sürpriz gelişmeler olur ve yenisi açılır ya. Syndicate de bu, “Yandaki kapıyı açtım kanka ordan git yirmi tane düşman öldür.” ya da “Aha kapı kitlendi üstüme elli düşman yağacak şimdi.” den öteye pek gitmiyor. Ha oyun shooter olarak nasıl derseniz, piyasa standartlarını tutturmuş diyim size. Silahlar, ateş etme bilmemne düzgün yani pek bi sıkıntı yok. Bir iki de teknolojik fikir, aksiyonun üzerine sos olmuş.

GÖRSELLİK, SES MÜZİK
Bir iki Hollywood ünlüsü seslendirmeye gelmiş, sesler müzikler genelde iyi, pek rahatsız edici detay dikkat çekmiyor. Grafikler de öyle. Düşman animasyonları, yani ölmeleri, mermi yemeleri bilmemne Call of Duty kalitesinde değil. Işıklandırmalar dikkat çekiyor ama harbiden çekiyor yani. Görselliği oynanabilirlikten önde tutmuşlar. Gölgeden ateş eden düşmanı göremeden öldürdüğümüz oluyor. Ya da bir köşeyi dönüp kör edici mavi spotların altında kalıyoruz, kapı duvar pencere birbirine karışıyo bazen..

SENARYO, ATMOSFER
Senaryo şahsen sevdiğim bir konsept. Yakın gelecek. Şirket savaşları. Bilgi çalma, sabotaj vs ile şirketlere hizmet eden ajanlar. Ajanların daha iyi olması için implantlarla kendini modifiye etmesi falan. Fena halde Shadowrun konsepti. Kötü mü, bence çok iyi. Çok umut vadediyor. Ama olmamış işte. Bizimkiler yine bilimkurguyu donuk, boş mekanlarda bilgisayarlardan kolumuza kıçımıza başımıza data yükleme diye götünden anlamış.

Şimdi şöyle bi duruma dikkatinizi çekicem. Piyasada iki tür oyun olmaya başladı. Birincisi karakterleri, dünyayı, etten kemikten, yaşayan varlıklar haline getiren, karakterimizle bağ kurduğumuz, başına birşey geldiğinde üzüldüğümüz/keyif aldığımız oyunlar. GTA'lar, Mass Effect'ler böyle mesela. Neden bu oyunlarda böyle hissediyoruz, bol ara demo var, bol sinematik ekran var. Karakterlerin geçmişleri, duyguları, sebepleri var. Bu birinci tür. İkinci tür de bize bi ansiklopedi dolusu bilgiyi, tarihi coğrafyayı, en ince detaylara kadar dayayan, ama zorlamadan meraklısı okur, siz okumasanızda bilmesenizde oyun akar rahat olun diyen oyunlar. Skyrim ve Deus-ex böyleydi. Syndicate de böyle. Yalnız..

Oyuncularda bünyeler, seçimlere, farklı sonlara, seçimlerimizle değişen hikayelere fena alıştı. Bu yüzden Syndicate'de “abi ben kimim, neden bu dallamaların her dediğini yapıyorum, bu yanımdaki lavuk ölse en ufak skmde olurmu, banane abi ba-na-ne”duygusundan bir türlü çıkamadım.


MULTİPLAYER
Hah burda biraz can geliyo işte. Bütün senaryo beklentilerini üzerimizden atıp, 4 kişi mission yapmaya çıkıyoruz. Bi kere o “Senin gitmen gereken dışında bütün kapılar kilitli” lineer ilerleyişi gidiyo. Yolu kendimiz seçip, kim bilgisayarda güvenliği kırsın, kim sniper takılsın, kim kimi iyileştirecek lan falan derken güzel zaman geçiriyoruz. Uzun süre online oynanınca, level atlamış, yetenek puanlarını yatıra yatıra iyice uzmanlaşmış tipler ortaya çıkacak. 4 kişinin altında bir ekiple oynamak işi çok zora sokuyor. Mesela 4 nesneyi alıp geri dönme görevleri var. 3 kişi oynandığı anda bu, son kalan parça için aynı yolu tekrar gitmek demek.

SON SÖZLER
Oyun bir sürü şey olmaya çalışsa da Shooter olup çıkmış. Oyun yokluğunda gider mi? Türü sevenine, piyasadaki daha iyi alternatifleri de oynamışsa gayet iyi gider. Şöyle bir bakınca sanki haddinden fazla mı eleştirmişim diye düşünüyorum. Ama yok, tek kişi oynarken bi ara bayağı sıkıldım. 8-9 saatlik bir Single Player FPS oynayacaksanız pek satın almaya değmez. Multi'ye bulaşmaya niyet ettiyseniz, bir denenmeli. Co-op oynayacaksınız bunu unutmayın. Klasik mantıkla, takım çalışması olmadan, mermi manyağı gibi koşuşturursanız anında yatarsınız dört kolluya.

21 Şubat 2012 Salı

ALAN WAKE ÜZERİNDEN PC , KONSOL , KORSAN VE SATIŞLAR

Önce haberi verelim sonra yorum yapmaya çalışalım.

Alan Wake PC piyasaya çıkışının ilk 48 saatinde bütün masraflarını kurtardı.
20 Şubatta 30 Dolar fiyatla piyasaya sürülen oyun, dev rakip MW3'ü de geçerek direk satış listelerinde tepeye vurdu. Oyun piyasaya çıktığı anda ön siparişle satın alan 1350 kişi oyunu oynamaya başladı. Gün sonunda 2656 kopya satılmıştı.

Finlandiyalı yapımcı Remedy oyunun steam versiyonunu bir dağıtıcıyla anlaşmadan kendi sattı. Kutulu versiyonu ise bir ay sonra Nordic Games adlı dağıtıcı satacak. Bakalım Remedy CEO'su ne demiş:
“Satışlardan çok mutluyuz. 48 saat içinde bütün dağıtım ve pazarlama masraflarımızı çıkarıp kara geçtik. Ve evet bu bizi PC platformu açısından çok heyecanlandırdı.”



Haber bu kadar. Yorumlamaya çalışalım.

1- Pc'ye yapılan oyunlardan artık korsan indirmeler yüzünden para kazanılmıyor, Korsan, PC oyunculuğunun sonunu getirmiştir lafı safsatadır.

2-Konsol için Exclusive oyun çıkarılmasının sebebi, O konsolun yapımcısının, daha konsol piyasaya sürülmeden, oyun yapımcılarına büyük paralar verip platformlarına oyun desteği almak için anlaşmalarıdır. İzin verildiği takdirde her firma, iyi bir oyunu varsa, her popüler Platforma yayınlamak veya Port etmek ister.

3-Bir oyun konsolunun ömrü teknolojisi eskimesinden çok, kopya korumasının kırılmasıyla ilgilidir. PS1 94'te piyasaya çıktı. Saniyesinde kırıp çiplediler. 2004'te hala satışı sürüyordu. Satışı 100 Milyonu geçti. PS2 2000'de çıktı hala satılıyor. 150 Milyondan fazla sattı. PS3 2006'da çıktı. Neden satışı 50 milyonlar seviyesinde? Peki tamamen kırıldığında ne olacak? Korsan korkusuyla oyun fiyatlarını indirecekler. Oyunlar bedava olunca konsol satışı katlanacak. Peki o zaman oyun üreticileri PS3'ü terk mi edecek? Karayip Denizi gibi korsan kaynayan PC'den bile kar ediyolar diyorum size..

4-Belki oyun fiyatları düşecek, hatta bedava dağıtılacak, ama PC asla ölmeyecek. Neye dayanarak mı söylüyorum, 3. Maddede Sony'nin nasıl para kazandığını anlamaya çalıştık. Peki PC'de Anakartından İşlemcisine, Sony gibi onlarca üretici yok mu? Özellikle Ekran kartı üreticileri günümüz sisteminde çalışacak oyunlara müdahale edip “Biraz daha kastırsın” demiyorlar mı?

5-Kalite düşüyor, Single Player modu 5 saatte biten “Dev” oyunlar piyasaya çıkıyor. Alan Wake'de gördüğümüz gibi 2 günde kara geçiyorlar. Bence boşa ağlıyolar..

6-Konsolun avantajlarını sonuna kadar sömüren iştahlı genç oyuncularının dışında, hayatında oyun oynamamış, evde LCD'nin yanına süs diye yerleştirmiş, bir pes bir fifa almış haftada iki saat ya bakan ya bakmayan  bir kitle de olduğu aşikar. Hayatında Farmville dışında oyun oynamamış bu kitleye oyun satmanın tek yolu konsol. Doğru. Yüksek beklenti yok, ağır eleştiri yok, moda olan eğlenceyi pazarlamak var. Hemde daha yüksek fiyatla. Daha zahmetsiz bir kazanç..

Not: Korsan taraftarı değilim. Adamlar gerçekten "iyi bir oyun yapıp, üstüne uygun fiyata satıyorsa," satın alın abi.

20 Şubat 2012 Pazartesi

SYNDİCATE VE SLEEPİNG DOGS TRAİLER'LARI


Syndicate yarın piyasaya çıkıyor. Daha önce oyunla ilgili bir iki haber yapmıştık. Launch Trailer'ını da verelim.




Sleeping Dogs ise şaşırtmaya devam ediyor. True Crime Hong Kong'u nasıl mundar ettiler diye haberini yapmıştım. Bu yetim doğan proje, kederi çileyi ben mi yarattım lan, alayına isyan deyip her trailerında meydan okumaya devam etikçe kanım ısınıyo kendisine.

15 Şubat 2012 Çarşamba

DEDİKODU: GOD OF WAR 4

Bu Linkedln, oyun piyasasının yeni haber kaynağı olucak heralde. Geçenlerde Thief 4'ün de bu siteden çıkan haberini vermiştim. Nedir Linkedln? CV sitesi. Oyun sektöründen adamların da var CV'leri. İş tecrübeleri bölümüne şu anda X oyun üzerinde çalışıyorum yazdıkları an iş bitiyo. İşte David Thornfield, God of War 4 yazmış. Olay bu.
Konuyla ilgili hiçbir yerden hiçbir resmi açıklama yok. Keşke olsa da iş kesinleşse. Ben şahsen bi GOW daha oynarım.

13 Şubat 2012 Pazartesi

FEMSHEP TRAİLER'INA BİR YORUM (YAPAMAMAK)




ME1 ve 2de Bioware bizi kendi hazırladığı Male Shephard'la oynamaya resmen mecbur ediyordu. Adını unuttuğum bi manken çocuktan modelledikleri (Kadıköy çocuğu Volkan benzetmesine de %100 katılırım) Shephard kadar düzgün bir karakteri, 1000 kere de Create New Character desek, oyunun kendi motoru ile çıkaramıyorduk. Kadın oynayınca ise işler daha düzgün ilerliyordu. Biz erkekler ya Volkan Demirel'le ya da çinli-zenci kırması ucubelerle oynarken, Female Shephard'lar gayet düzgün ve oyunun zevkini baltalamayan tiplerdi.
Şimdi şöyle bir durum var. Bioware efendi Female Shephard'a da default bir yüz vermeye karar vermiş. Ne fark edecek, yada kime hizmet eder bu iş? Tek bir yorum yapamadım. Okuyanlar yapsın ben de anlıyim. Amacınız ne olum sizin? Seriye 3. oyunla karakter yaratıp başlicak olan başlamasın lan. Ne zevk alıcak öyle sikik işten. Eee biz 5 yıldır aynı karakteri oyundan oyunda import ediyoruz lan zaten. Ne kaldı? Save'ini silenler falan.. İyi o zaman ne diyim.

8 Şubat 2012 Çarşamba

TRUE CRİME HONG KONG 'U NASIL MUNDAR ETTİLER

İlk True Crime oyunu "Streets of LA" i zamanında beğenmiştim. Neydi beni tatmin eden yanlar? Bir kere hikaye ağacı vardı. Dallanan bir senaryo ve farklı sonlar beni daha çok oyunun başında tutmuştu. İlkel de olsa bir stat ekranı vardı gibi hatırlıyorum. Tamamen hafızam beni yanıltıyor da olabilir. Statları arttırdıkça öğrenilen hareketler falan mantıklı ve dengeliydi. Bir de çok iyi bir soundtrack'e sahipti bak bu konuyu yanlış hatırlamadığıma eminim. Oyun hem karate-kung fu ağıza vurmaca, hem GTA tarzı araba sürüş, hem de Max Payne'vari silahlı çatışma bölümlerini eşit bir oranda içinde eritiyordu. Çok çok hayranı olmasamda bitirene kadar her dakikası bana zevk vermişti.

Sonra True Crime New York City çıktı. Oynamayı denedim. Ama feci Buglar vardı. 5 dk bile oynayamadım.

3. Oyunda Hikayeyi Hong Kong'a taşıyacaklardı. Fakat süreç sancılı ve çileli gelişti. Oyunu geliştirmeye Luxoflux başladı. 2010'da firma kapandı. United Front biz yaparız dedi, çalışmaya başladı. Bu sefer de dağıtıcı Activision projeyi iptal etti. Devreye Square Enix girdi. Oyunun yapıldığı kadarını satın aldı. United Front'la anlaştı ve başladığınız işi bitirin dedi.

Bu arada, Ferdi Tayfur Almanyaya gidince yavuklusuna sarkan Tecavüzcü Coşkun kılıklı Activision, beyaz atlı prens rolüne soyunan Enix'e bir yandan da "ya benim olucak ya toprağın" muamelesi çekiyormuş, Heriflere sadece yarım oyunun datasını satmışlar, isim hakkını değil. Sonunda oyunun yeni ismi "Sleeping Dogs" oldu.

Bu kadar mundar olmuş, dokuz köyden kovulmuş bir oyundan hayır mı bekliyosun diyenler olacaktır. Ben de şüpheliyim açıkçası. Ama Enix oyuna öyle bir trailer hazırladı ki, ateşe benzini döktü.

Activision'a tükürdüğünü yalatmak gibi bir amaç olabilir mi?



Ağustos ayında oyun çıkınca görücez artık Hanyayı Konyayı..

4 Şubat 2012 Cumartesi

MART İÇİN ALTERNATİFLER

Ben ve çevremdekiler için Mart ayının önemli oyunu sadece Mass Effect 3 olacak orası kesin. Eğer kaldıysa, seriye bulaşmamış herkese de şiddetle şubat ayında ilk 2 oyunu bitirmelerini ve save'lerini saklamalarını tavsiye ediyorum. Ama yok gardaş, o RPG denen zıkkımı bi türlü sevemedim gitti diyenlerdenseniz, Mart ayında sizin için çıkacak 3 iyi oyun daha var.. (ME3 Daha iyi ama)

MAX PAYNE 3
Rockstar yaptıysa iyidir felsefesiyle gözüm kapalı tavsiye ediyorum. Ps3, X360 ve PC ye çıkıyor.



I AM ALIVE
Survival Horror hastaları için. Bu da Ps3, X360 ve PC.



NİNJA GAİDEN 3
Aksiyonlu vakit öldürgeci arayanlara. Ps3 ve X360.

3 Şubat 2012 Cuma

ÖN İNCELEME: MASS EFFECT 3 BETA

Bütün teknik yorumları bir kenara bırakıyorum, oyunu gördükten sonra bol bol yaparız kritiğini/geyiğini. Ama tek bişey apaçık: Çok Özlemişim!


25 Ocak 2012 Çarşamba

THE DARKNESS 2 DEMOSU STEAM'DE


2K 'in yeni shooter'ı 7 şubatta piyasaya çıkacak. Sadece günler kalmışken Steam'e 1.6 GB lık bir demo saldılar. İsteyen indirsin oynasın. Gangster\Dev Şeytan Ahtapot kırması olup, yolunuza çıkanın kellesini alıyosunuz falan fistan.


16 Ocak 2012 Pazartesi

İNCELEME: THE ELDER SCROLLS - SKYRİM


Oldukça uzun bir serüvenden sonra, sonunda Elder Scrolls serisinin son oyunu Skyrim’in de sonunu görmeyi başardım. Tahminimce, uzun süre aklımda yer edecek bir oyun olsa da, geriye bakınca pek çok şeyin göze battığını itiraf etmeliyim. Öncelikle belirtmeliyim ki, ben Amerikalıların Content Tourist dediği türden bir oyuncuyum. Beni oyunun zorluğu, mücadele hissi, beceri gerektirmesi gibi hususlardan çok hikaye, atmosfer, karakterler ve görsellik olarak bana sunduğu içerikle yargılama eğilimindeyim. Skyrim’i de bu açıdan değerlendireceğim. Bu yüzden burada “Fazla kolay olmuş” ya da “Combat sisteminin şurasını beğenmedim” gibi bir şey beklemenizi tavsiye etmem. Benimkisi bir PC oyunu eleştirisinden çok bir roman eleştirisine benzeyecek, ona göre. Bu bağlamda, her ne kadar kaçınmaya çalışsam da, bir miktar spoilerın aradan kaçabileceği uyarısında da bulunayım. Bu açıdan bakıldığında Skyrim, ilk bakışta son derece başarılı bir oyun. Bir Bethesda klasiği olarak yine bir mahkum olarak başladığımız oyun, atmosfer olarak insanı hemen içine çeken cinsten. İlk başlarda “Nereden geldim, nereye gidiyorum” şaşkınlığı ile sürüklenme, ilk saldırının kaosu ve heyecanı, ve oyunun çoğu oyunun başaramadığı bir şey olan yularınızdan çekilip sürüklenme hissinden kaçınmayı becererek sizi hafif dokunuşlarla yönlendirmesi oldukça başarılı bir şekilde sergilenmiş. Skyrim’in başından itibaren oyunun atmosferini kurmakta son derece etkili olan iki karakteristik var ki, bunlar oyunun pek çok problemini ve eksikliğini affettiren türden. Bunların birincisi müzikleri. Oyun arkaplan müziklerinden, temalarına ve hanlarda zaman zaman karşılaşacağınız ozanlar için yazılan şarkılarına (Bunlardan “Dragonborn Comes” özellikle pek çok kişi tarafından çok başarılı şekilde coverlanmış, Malufenix coverını özellikle tavsiye ederim, Youtube’da arayın.) kadar son derece özenli ve başarılı bir şekilde hazırlanmış müziklere sahip, ve bu müzikler Skyrim’in sahip olduğu soğuk ve sert kuzeyin atmosferini son derece başarılı bir şekilde yansıtıyor. Ayrıca müziklerin zamanlaması da çok iyi: Bir ejderha ile çatışırken, tam çatışma heyecanının zirve yaptığı anda arkada başlayan ana tema (“Dovahkiin” adlı bu temayı da kaçırmayın, playlist’e eklenmesi gereken parçalardan) gerçekten de insanı havaya sokmak konusunda uzun zamandır hiçbir oyunun müziklerinde görmediğim kadar başarılı. İkinci olarak da, Bethesda’nın hiçbir zaman zayıf olmadığı, ama bu oyunda teknoloji sayesinde bir adım daha öteye taşıdığı görselliği yatıyor. Bu görsellikten kastım sadece saf grafik kalitesi değil. Oyunun mekanları ve manzaraları, gerçekten de bir sanatçının elinden çıkmış. İlk saniyeden itibaren, özellikle oyunda yüksek bir yerlere çıktığınızda, etrafınızdaki vahşi kuzey manzarası nefes kesiyor. Hava efektlerinin ve seslerin mükemmel kullanımıyla birleşen bu muhteşem görsellik gerçekten de kendinizi bir roman kahramanı gibi hissetmenizi sağlıyor. Bunun en güzel yanlarından biri de bu görselliğin hiçbir kısmının sırf güzel görünsün diye oraya konulmuş olmaması: Skyrim, önceki Elder Scrolls oyunları gibi, size sınırsız bir özgürlük sunuyor ve Oblivion’daki ekseri tepsi karakterli Cyrodiil ve teknoloji eskiliğinden muzdarip Morrowind’in aksine, bu sınırsız özgürlüğün etinden sütünden sonuna kadar faydalanmanız için size her şeyi veriyor. Oyundaki görselliğin tadına sonuna kadar varabilmeniz için bir öneri vereyim misal: Dawnstar’dan kuzeye, buz denizinin ortasına doğru gidin. Açıklardaki bir buzdağının tepesine çıkın. Ana görevin bir yerlerinde “Clear Skies” diye bir shout öğreneceksiniz, onu kullanın. Solitude’dan Windhelm’e kadar uzanan manzaranın, Aurora parıltıları altındaki muhteşem görüntüsünün tadını çıkarın.


Hikaye:

Oyunun atmosferini bir kenara bıraktığımızda, bazı şeyler göze batmaya başlıyor. Genel olarak, Elder Scrolls V: Skyrim’in hikayesi, çok da yabancı değil. Diğer Elder Scrolls oyunlarının hikayelerini azımsanmayacak düzeyde andırsa da, kendine özgü yanları ile farklı bir deneyim yaşatmayı beceriyor. Yan hikayeler ve sayısı bir yerden sonra sonsuzmuş gibi gelmeye başlayan tek parçalık konumla bağlantılı yan görevlerle desteklendiğinde oyun size gerçekten de şaşırtıcı derecede uzun ve dolu bir deneyim sunuyor. Whiterun kapılarında ilk ejderhanızı öldürüp, Greybeards’ın yerleri gökleri inleten “Dovahkiin!” çağrısını duyduğunuzda, sizi müthiş bir deneyimin beklediğini hissediyorsunuz, ve oyun bu vaadini büyük oranda yerine getiriyor. Şimdi gelelim hangi açılardan bu vaadi yerine getiremediğine. Bethesda’nın daha önce de yaşadığı bir problem, bu oyunda bir kez daha tekrarlanmış. Oyunda gerçekten akılda kalıcı, insanın dikkatini çeken ve bunu başarılı bir şekilde gösteren karakter sayısı o kadar az ki. Bu en çok da companion olarak yanınıza katılan karakterlerde belli oluyor: Açıkçası yanınıza aldığınız karakterler arasında (ki kırka yakın sayıdalar) bir ya da iki tanesi dışında göze batan yok (Onlar da, Ilia ya da Aela the Huntress gibi, ilk baştaki questleri sayesinde). Oyundaki karakterler, en önemlileri bile, birbirinden çok da farklı olmayan silik bir yüzler galerisi olarak insanın yanından geçiyorlar. Bu maalesef NPC olarak questlerde çarpıcı roller alan önemli karakterler için bile geçerli. Bunun sebebi olarak oyunun muazzam NPC sayısı gösterilebilir. Ama açıkçası ben, özellikle uzun süreli olarak karakterimin yakın ilişki içinde kaldığı karakterlerden daha derin bir şeyler bekliyordum. Belki de bunun sebebi Bioware’ın yarattığı şımarıklık olabilir, ama burada görülüyor ki, Bethesda, başkasına yaptırdığı Fallout: New Vegas’ın hangi nedenlerle olumlu eleştiriler aldığına çok dikkat etmemiş. Kırktan fazla follower yerine Craig Boone ya da Veronica ayarında, kendilerine ait görevlere sahip olan ve bizimle daha fazla iletişim kuran yoldaşlara sahip olmak, şahsen tercih edilebilir olurdu. Aynı şekilde oyundaki evlilik meselesi de aynı derecede kuru olmuş: Açıkçası tatsız tuzsuz iki lafta olup biten bu evlilik işini hiç koymasalarmış, en azından ağzımızın tadı bozulmazmış diye düşünüyor insan. Kabul, bir Bethesda oyunu bu, neticede Obsidian ya da Bioware elinden çıkmış, onların tarzına ait bir şey değil, ama insan bu büyüklükte bir firmanın, bu kadar olgunlaşmış bir seride, bir şeyi acemice yapmak yerine ya ustalaşacak kadar zaman harcamasını ya da hiç bulaşmamasını beklemiyor değil, özellikle de bu işin çok basitçe nasıl yapıldığı kendi ellerinden geçmiş bir oyunda (Yine Fallout: New Vegas) gayet güzel gösterilmişken. Aynı şekilde, Bethesda’nın düştüğü bir başka hata da baş düşmanın mitolojik olarak etkileyici, ama karakter olarak iletişim kurulamayacak türde olması olmuş. Bu oyunda, duygusal olarak büyük bir boşluk yaratmakta. Bunu da, Morrowind’de çok başarılı bir şekilde kotardıktan sonra, burada bu tarzı tercih etmiş olmaları, biraz hayal kırıklığı yaratıyor. Bu biraz spoiler olabilir ama, oyundaki fikrimce en başarılı NPC olan Paarthunax el altında mevcutken, bu konuda bir kaç laf edilmemesi gerçekten hikayenin atmosferinde kalan eksikliklerden biri. Yan hikayeler, genel olarak bu açılardan ana hikayeden daha başarılılar. Açıkçası bende, yan hikayeler gerçek bir heyecan ve başarmışlık hissi yaratırken, ana hikaye “Buraya kadar geldik bitirelim bari” hissiyle sonuna getirildi. Özellikle Dark Brotherhood ve Thieves Guild quest serileri gayet akılda kalıcı ve keyifli idiler. Burada da bazı açılardan hayal kırıklığına uğrayacak olanlar olabilir, ama dikkat edilmesi gerekiyor: Oblivion’da neredeyse bir peri masalının parçası gibi davranan bu iki organizasyonun, bu oyunda hiç de sakınılmamış ve bazıları için rahatsız edici olabilecek bir gerçekliği var. Yani Oblivion’daki gibi Thieves Guild görevi yapıp Robin Hood gibi hissetmeyi beklemeyin: Gerçekten de bir suç örgütünün işlerini yapıyorsunuz ve bu işler beklenebileceği gibi gayet pis işler. Bu açıdan ben oyunun bu yanını daha başarılı bulsam da, kanaat tabii ki gayet değişebilir. Oyunda hikaye açısından rahatsız eden yanlardan biri, özellikle ana hikayede, zaman zaman da diğer görevlerde, “Arkadaşım başçavuşun eşeği mi yelleniyor burada” hissi yaratması. Önceki Elder Scrolls oyunlarının aksine, Skyrim sizi gerçekten de pompalıyor: Önemli bir karakter olduğunuzu, bir kaderiniz olduğunu her adımda söylüyor. Ama dünyanın kaderi için bu kadar değerli konumdaki bir karakterin, bazı aşamalarda, özellikle de hayat memat meselesi olmuş durumlarda (ana görev süresince bir yer var ki, orada bunu çok iyi hissedeceksiniz) “Ya bunu yap ya da ne halin varsa gör” diye triplere maruz kalması ve buna “Ben Dragonborn’um lan, siz kendinizi ne sanıyorsunuz?” ayarında bir tavır koyamaması gerçekten insana batıyor. Belki oyunun başından beri “Dragonborn’sun sen, dünyanın kaderi sana bağlı” diye pompalanmasam bu beni o kadar rahatsız etmezdi, ama bu aşamada ediyor. İşin ilginci, bunu en çok hissettiğimiz yerin, bizim önemimizi ve kim olduğumuzu en iyi bilen karakterler olması da daha sinir bozucu; bizim kendileri için kilimcinin kör oğlundan farksız olduğumuz pek çok yan görev karakteri, bizim seçimlerimize ve yaptıklarımıza ana görevin göbeğinde, ne kadar değerli olduğumuzu bilen karakterlerden daha fazla değer veriyor. Bir de daha sinir bozucu olan, bu bize sunulmaktan imtina edilen seçeneklerin, hikayenin gidişatında yaratacakları etkinin, bu seçime sahip olmanın yaratacağı tatmin duygusuyla oranlandığında çok ama çok küçük kalması. Bu resti çekmek oyunu yapanlara bir kaç satır diyalogdan başka bir külfet getirmeyecekken, bu muameleyi görmek insanı gerçekten bir aşamada soğutuyor.



Küçük Şeyler:

Skyrim’de, en başarılı bulduğum şeylerden biri de, oyuncuya sunduğu küçük şeyler. Radiant quest sistemi olarak anılan sistem ve oyunun açık uçlu script yapısı, gerçekten de oyun dünyasının, çoğu diğer oyundaki bir scripti takip eden kuklalar havasından çok yaşayan, nefes alan ve oyuncunun ve karakterinin haricinde de varolan bir hava yaratıyor. Oyunda bu konuda dikkat çeken iki şey var: Birincisi, özellikle çevre düzenlemesinde ve NPC’lerde oyuna büyük bir etkisi olmayan, ama oyuncuda gerçeklik hissini destekleyen ve keşfetmesi zevk veren ufak tefek şeylere gösterilen inanılmaz özen. Örnek vermek gerekirse, açıkçası Whiterun sokaklarında koşturan çocuklarla konuştuğumda, bana saklambaç ya da elim sende oynamayı teklif etmeleri ve onlarla birlikte bu oyunları oynayarak şehir boyunca koşturabilmek muhteşem bir his. Yahut size bir sekans anlatayım; rastgele bir yerde yolda giderken parçalanmış bir at arabası, ölü bir at ve iki cesetle karşılaşırsınız, kadının cesedinde bulduğum günlükten bunların borçlu olduğu için iki şehir arasında tehlikeli olduğunu bile bile yalnız yolculuk yapmaya kalkan bir tüccar ve onu çok sevdiği için onu yalnız bırakmak istemeyen, ve umutlarını günlüğe döken karısı olduğunu öğrenirsiniz ve cesetlere saplanmış oklardan bunu yapanı anlar, ve yakınlardaki mağarada suçluları bulur ve katledersiniz. Bunların hiçbiri için bir quest marker, kılavuz ya da ödül yoktur: tamamı oyuncunun kendi gözü, hafızası ve karakteri ile özdeşleşmesi sayesinde olur. Söylemeliyim ki, gerçekçilik böyle yaratılır: Eğer bu iş için bir quest listelenmiş olsaydı, bilmemkaçıncı mağara temizleme görevi der geçerdim, ama bu şekilde, tamamen şans eseri karşılaşılan ve oyuncuya yönlendirilme değil, gerçek bir keşif ve duygusal bağlanma imkanı veren bu üslup, bu oyunu farklı kılan yönler arasında bu karşılaşmayı benim için özel kılmayı başardı, ki belirtmeliyim ki, bu bu karakterde olan tek olay değil. Oyunda atmosfere destek veren küçük şeylerin ikincisi de, oyunun önemli bir kısmı gerçekçi ve üzerinde düşünülerek hazırlanmış NPC tepki scriptlerinin yarattığı, rastgele olarak ortaya çıkan muhteşem anlar: Şehre saldıran ejderhadan karısını korumak için yaratığın önüne atılıp ızgara olan kahraman demirci ve her şey bitip, ejderha öldürüldükten sonra kocasının cesedi başında ağlayan karısı gibi, normalde önceden yazılmış cutscene’lerden beklediğimiz, ama bu oyunda tamamen spontane ve unscripted olarak gelişen bu durumlar, gerçekten de sizi bir oyun oynuyor olma hissinden alıp, yaşayan bir dünyanın parçası olma hissine doğru götürüyor. Bunun başarısız olduğu yerler de yok değil: Zaman zaman guard tepkileri quest aşaması ile tutarsız olunca sonuç komik olabiliyor, ama yine de yerinde ve güzel düşünülmüş, ve Bethesda aynı şeyi Oblivion’da yapmaya kalktığında yaşattığı eksiklik ve saçma durumlar bu oyunda neyse ki görülmüyor.


Beware! Beware! Dragonborn comes!

Netice olarak, Skyrim atmosfer açısından son derece doyurucu bir oyun, ve sık yaşayamayacağınız türden, derin ve etkileyici bir deneyim sunuyor. Eksiklikleri yok değil, ama bu eksikliklerini, pek çok açıdan kapatmayı başarabiliyor. Umudumuz, DLC’lerin bu içimizde ukte kalan bazı şeyleri toparlayıp, adam etmesi. Genel olarak düşünüldüğünde, Skyrim bir oyundan beklentisi güzel bir atmosfer ve kendini içinde yaşıyor hissedebileceği bir dünya olanların mutlaka şansını denemesi gereken bir oyun. Ağızda gerçekten güzel bir tad bırakıyor, ve kendisine harcanacak para ve vaktin gerçekten de karşılığını veriyor.
Yazarın Oyuna Puanı: 8,5/10
                                                                                     Yazar: Deniz Hoyman

10 Ocak 2012 Salı

BLACK OPS 2 - NAPAK İNANAK MI?


Oyun sitelerinin haber editörlerine bi şekilde bu işin kokusu gelmiş. Bakın görün bikaç güne bıdıbıdı öterler yok flaş haber yok bomba diye. Ellerinde ne var dye sorarsanız, bi bok yok. Ha var da, ne var söyliyim:

1-Blackops2game.com diye bi site açılmış. Ateşi bunlar körüklüyo. Kuyuya taşı atan da bunlar, saniyesi saniyesine son haberler de bunlarda. Yalnız sitenin en altında "Bu sayfanın Treyarch, Activision, Xbox 360 yada PlayStation 3 ile hiçbir bağı yoktur" yazıldığını görüyorum. Yani yasal site değil, fanmade olması kuvvetle muhtemel. Ama bir ihtimal de Activision'un resmi bişey duyurmadan gizli reklam yaptığı yer olabilir. Yaparlar çünkü bu tarz işleri. O zaman son karar için içeriğe bakmak gerekiyor. Ben baktım, size şu kadar diyim ki site hakkında son kararım blog gibi bişey olduğu. Yani 1. madde için "Evet bu bi kanıt olabilir de, olmayabilir de" düşüncesindeyim.

2-En adam gibi kanıt bu sanırım. (Resmi)PlayStation Dergisi bir sayfasında bir köşeye, "Treyarch'ın yeni COD oyunu direk Black Ops'un devamı olacak" diye yazmış. Böyle yuvarlak içine alıp yazarlar ya. Yalnız dergi bende yok, hiçbir sayısıda olmadı, o yüzden şunu bilmiyorum, Bu sayfa Haberler (News) sayfası mı? Söylentiler (Rumors) sayfası mı?. Eğer 1.ise haberin gerçek olma ihtimali büyük. Eğer 2 ise hiç bir değeri yok. Ha adamlar neden bunu uydursun diye düşünebilirsiniz. Şöyle bir durum var. Video oyunlar piyasasında, özellikle yılbaşının da etkisiyle haber kıtlığı yaşanıyor. Bakın 3 günlük bloguz. Bizim yazılar bile yılların sitesi Merlinin kazanında yayınlandı. Neden? Sebep: bu adamlara vahiy gelmediğine göre Dünya sitelerini didik didik ediyorlar. Ve dünya sitelerinde son zamanlarda HİÇ BİR cacık yok. Ha bana derseniz ki lan kıçıkırık blogcusun sen haber bulamadın diye PS'in resmi dergisi de mi bulamicak lan gablama? Haklısın birader derim, başkada bişey demem, boynumu bükerim, yazımı yazarım.

3-Şu siteye dönüyoruz. Burda bir anket var sizce sıradaki oyun Black Ops 2 olsun mu diye. 12.000 kişi oylamış, sonuç %88 evet şelinde. Okuyucu yorumlarında da "Black ops'a 3 yaşından beri hastayım anam" diyenler ve "Modern warfare oyunu yapsınlar "Skeçağm Opunuzu laowğ" şeklinde ayrılanlar, ayrımlar. Eğer henüz karar verilmemişse, %88 lik destek kayda değer. Tabi rakamın 12.000'lerde olması, ve sitenin zaten Blackops2game.com olması ve oyunla ilgilenmeyenin zaten açıp bakmayacağını düşünürsek, valla 88 az 99 olmalıymış denebilir. (Ha zaten adamlar yapıcaksa yapar COD BOps un satış grafiği önünde dururken ankete mi bakacak diyorum ben)

4-Treyarch internet sayfasında eleman alım ilanı var. Şu yazıyor:
"Treyarch deli gibi popüler oyununu yeni konsola uyarlamak için hedehödö bidibidi arıyor." Bizimkiler bundan fena gaza gelmiş yardırmışlar, PS4 e X720 ye çıkacak bu diye, yada PS3 le X360 a çıkar bu ilan yeni çıkacak konsollara uyarlanacak başka versiyon için demişler. Bilemem eğer öyleyse çok bekleriz. Önce o konsollar çıkacak sonra oyun. E bide bu konsollar biraz satılsın evlere girsin diye bekleme süresi olacaktır. Doğruysa uzar bu iş.

5-Yeni haber, Activision BlackOps2.com net org bilmene ne varsa satın almış. Bence bu da hemen sıradaki oyun bu olacak anlamına gelmez. 10 sene sonra da çıkarabilirler. Ne Diablolar ne Starcraftlar ne Duke Nukem'ler bekledi bizim kuşak.

Sonuç: İnanmak yada inanmamak sizin seçiminiz dostlar.

9 Ocak 2012 Pazartesi

RESİDENT EVİL ALEMİNDE ORTALIK KARIŞIK



27 Ocak - Resident Evil: Revelations (3DS)
İlk Resident Evil'deki kahraman Chris, Akdenizde bir adada konuşlanan bioteröristleri araştırmaya gider, sonra sesi soluğu kesilir. Jill yenge onu bulmaya çıkar.



 

23 Mart - Resident Evil: Operation Racoon City (PC, PS3, X360)
Oyuncular Racoon City'e giderek, Umbrella'ya kabadayılık edecek. Oyunun teması, öyle olmasaydı da böyle olsaydı nasıl olurdu şeklinde. (Bunun isim hakkını almazsam gözüm açık gider) Hatta Leon'u öldürme şansımızın bile olacağı söyleniyor.





14 Eylül - Resident Evil: Retribution (Film)
Milla, Umbrella'nıza bir, zombinize iki saydıracak.






Tarihi Belirsiz - Resident Evil: Damnation  (Animasyon)
Leon ve Claire, Raccoon Şehrinde ailesi öldürülen ve bunun için intikam arayan zorlu bir savaşçıya karşı savaşmak için hazırlar. Ölümcül G Virüsü serbest bırakılmıştır ve mutasyona uğramış yeni canavar kana susamış haldedir.



Tarihi Belirsiz - Resident Evil Chronicles HD Selection (PS3)
Resident Evil: The Umbrella Chronicles ve Resident Evil: The Darkside Chronicles'ın HD versiyonlarının toplaması.



2013 - Resident Evil 6

8 Ocak 2012 Pazar

DIABLO 3 ÇIKIŞ TARİHİ AÇIKLANDI

Sonunda 2012nin ilk çeyreği söylentilerinden öteye gidildi. Oyunun çıkış tarihi 1 Şubat 2012.
Not: Yalanmış yalan. Herkes düştü ben de düştüm. Belli değil tarih.